Saray müdahale eder mi?
'Adalet' açısından ne garip bir durum... MHP'nin kurultay meselesiyle ilgili hemen herkes aynı noktada odaklanıyor: "Saray müdahale eder mi?"
Neredeyse kimse Siyasi Partiler Kanunu'nu, Dernekler Kanunu'nu, tüzüğü konuşmuyor... Konuya ilgi duyan herkes Saray'ın hukuka müdahale ihtimalini konuşuyor... Bu olur veya olmaz... Sıkıntılı olan, toplumda adalet algısının geldiği nokta...
Kurultay istemeyenler Saray'a güveniyor, kurultay isteyenler Saray'ın müdahalesinden endişe ediyor...
Özetlemek gerekirse Saray'ın bu konuya kayıtsız kalamayacağını tahmin edenlerin çoğunluğu şu zeminden hareket ediyorlar: "MHP bu hâliyle siyasî iktidarın hiçbir projesine engel olabilecek dermana sahip değil... Başkanlık Sistemi, Anayasa değişikliği veya erken seçimle ilgili ne yapılacaksa MHP toparlanmadan ve kendi oy potansiyeline kavuşmadan yapılmalı... Eğer MHP, her seçim yenilen ve toplumdaki karşılığı çok sınırlı olan yönetici kadrosunu değiştirirse bu durum siyasî iktidar için risk oluşturacaktır... Dolayısıyla şimdiki 'garanti' varken, neden risk oluşturacak yeni bir ekiple siyasî iktidar yarışı tercih etsin? MHP'deki değişim Erdoğan'ın Başkanlık rüyasını kesinlikle bitirecek bir etki doğurabilir... Bu da müdahale ihtimalini elbette mecburî kılmaktadır..."
Konu iktidar açısından çok çok hayatî olunca, değişimi savunanın da karşı çıkanın da aklına bu ihtimaller doluşuyor... Peki mümkün mü? Yani Saray dâvâya müdahale eder mi?
Aslında bu sorunun toplumsal algıdaki kapladığı yer, hukuk açısından müdahaleden daha tehlikeli bir durumu gösteriyor... İnsanlar ne hâle gelmiş? Yıllardır uygulanagelenler, öylesine bir peşin kabuller zinciri oluşturmuş ki 'adalete dışarıdan müdahale' zihinlerde kanıksanmış, şaşırtıcı olmaktan çıkmış... Esas tehlikeli olan, toplumdaki adalet duygusunun geldiği nokta... Müdahale olmasa bile, müdahale olma ihtimalinin beyinlerde bir kurt gibi kemire kemire kapladığı yer...
Tayyip Erdoğan, partileri sürekli kapatılan bir ekolden geliyor... Milli Nizam Partisi kapatıldı... Milli Selamet Partisi kapatıldı... Refah Partisi kapatıldı... Fazilet Partisi kapatıldı... Bu hukuksuzlukları sürekli yaşayan ve 'mağdur' kimliğiyle daha sonra tek başına iktidara gelen birisinin, şimdi sırf siyasî endişelerle adalete müdahale etmesi, siyasi tarihimizin en büyük ironisi olur...
Kaldı ki her türlü hırpalanmaya rağmen Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devleti... Burası deniz kuvvetlerindeki amiralleri teftişe gidip, sonra onları okyanusta kilometrelerce yüzdüren Kim Jong-un'un ülkesi Kuzey Kore değil...
***
Bu yazının amacı aslında "Sulh Hukuk'taki MHP dâvâsına Saray müdahale eder mi?" sorusuna cevap aramak değil... Asıl amaç, toplumda adalete bakış ve güven duygusuyla ilgili gelinen feci noktaya dikkat çekmek...
Üstelik 'dindar'lığı vurgulaya vurgulaya iktidarı sürdürenlerin döneminde oluşan zihni tefessüh... Oktay'ların, Moğultay'ların adaletsizliklerinin üzerine adalet getireceklerini öne sürenlerin ibretlik tekzibidir bu...
Oysa adalet bambaşka bir şeydi... Adalet, herkesin üzerine titremesi gereken ama 'dindarlık' iddiasındakilerin ilahî korkuyla çok daha fazla önem vermesi gereken bir kavramdı...
Çünkü 'dindar' her Cuma 'Allah adaleti emreder' âyetiyle muhataptı... Çünkü 'dindar', "Dünya küfür ile durur, zulüm ile durmaz" ilahî düsturuna inanmak mecburiyetindeydi... Çünkü 'dindar'ın "Bir kavme olan düşmanlığınız, sizi onlar üzerinde adaletsizliğe sevk etmesin" emrine teslim olması gerekiyordu... Çünkü 'dindar' "Câmiyi yık, adaleti yıkma" diyen Hz. Ömerlerden ibret çıkarmak durumundaydı... Çünkü 'dindar yönetici'nin Hıristiyan kral Necaşi'nin adaletini tarihteki 'unvanlı Müslümanlar'ın zulümlerine tercih etmekten başka yolu olamazdı...
Şimdi dindarlık iddiasındaki yöneticiler toplumdaki adalet duygusunun son fotoğrafına bir baksınlar bakalım, adalet mi yıkılmış, câmi mi? Sonra da mümkünse yeni anayasayı tartışalım!..