Reşit Galip, "Andımız"ı hangi ruhla yazdı?
Prof. Dr. Hasan Serdaroğlu ile bir toplantıda tanışmış, ayaküstü sohbet etmiştik. "Bugünlerde Andımızın yazarı Sayın Reşit Galip hakkında bazı negatif söylemler oluyor. Bu sebeple Reşit Galip'i kısaca tanıtmak isterim" girişiyle bir yazı gönderdi. Yazının üçüncü paragrafından itibaren gözlerim yaşarmaya başladı. Birlikte okuyalım:
***
Reşit Galip, Tıbbiyenin sembol isimlerinden birisidir. O bir doktordur. Ben de onun mezun olduğu Tıp Fakültesinden mezun oldum. Fakültenin o yıllardaki ismi Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane idi. Ülkenin tek tıp fakültesi idi. 1933 Üniversite Reformundan sonra ismi İstanbul Tıp Fakültesi oldu.
Birinci Dünya Harbi başlayınca 2 Ağustos 1914 tarihinde 1097 sayılı Kanun çıkartıldı. Bu kanuna göre 20-45 yaş arasındaki sivil doktor, eczacı ve diş doktorları ordu emrine alındı. Tıp talebeleri 3 gruba ayrılmıştı. 1. ve 2. sınıflar derslerine devam edecek, devam imkânı kalmazsa ya da büyük gereklilik duyulursa çavuş rütbesiyle sıhhiyeci olarak görev yapacaklardı, 3. ve 4. sınıflar İstanbul'daki çeşitli hastanelerde kursa tabi tutulacak, sonra gerek olduğunda doktor yardımcısı olarak askere gönderilecekti. Daha üst sınıflar ise Gülhane Askerî Hastanesinde kısa bir kursa tabi tutulup askere alınacaklardı.
Reşit Galip 4. sınıf öğrencisi idi ve kursa tabi tutulmak üzere Maltepe Hastanesine tayini çıkmıştı. Sekiz arkadaşı ile birlikte "Sarıkamış'ta bize büyük ihtiyaç olur" diye Harbiye Nezaretine bir dilekçe verirler. Birkaç gün sonra Başkumandan Vekili Enver Paşa onları görmek ister. Ordu Sıhhiye Müfettişi Umumisi Prof. Dr. Süleyman Numan Paşa, genç Tıbbiyelileri Enver Paşa'nın huzuruna çıkarır. Arkadaşlarını temsilen Reşit Galip güzel bir konuşma yaparak niçin Sarıkamış'a gitmek istedikleri anlattır. Enver Paşa onların Kafkas Cephesi'ne gitmelerine izin verip ellerini sıkarak "Arzu ile istek ile sarılan yaralar çabuk iyi olur, yolunuz açık olsun" der. Sekiz arkadaş ertesi gün İstanbul'dan kalkan vapurla Trabzon'a oradan da Erzurum'a gitmişlerdir. Sonra başka tıbbiyeliler de gider...
Sarıkamış harekâtına katılan tıbbiyelilerden on biri geri dönemedi, şehit oldu.
Reşit Galip Kafkas cephesine gittikten kısa bir müddet sonra, -30 derece kış şartlarında ağzından kan gelmeye başladı, Trabzon'a geri gönderdiler. Trabzon'da bir ay tedavi gördü, iyileştikten sonra tekrar cepheye döndü ve bir buçuk yıl kaldı. Harpte gösterdiği üstün yararlılıktan dolayı madalya aldı. İstanbul'a döndü, Fakülte bahçesinde karşılaştığı sınıf arkadaşı Burhanettin Bey'e (Prof. Dr. Burhanettin Onat) gözleri dolarak bir kâğıt uzattı. Bu, harpte kaybettiği arkadaşları için yazdığı bir şiirdi. Burhanettin Bey bu şiiri hemen idareye götürdü. İdare; Kafkas Cephesinde şehit olan on bir Tıbbiyelinin fotoğraflarını bir hilal üstüne sıraladı, hilalin ortasına da bu şiiri yerleştirip çerçeveleterek Askeri Tıbbiyenin girişine astı. Şiir şöyleydi:
"Hürmet Kafkas şehitleri sizlere,
Söyleyiniz açtığınız izlere,
Yol göstersin rehber olsun bizlere,
Sizi örten kanlı toprak nerdedir,
Gelmeyenler hangi ara yerdedir,
Coşkun ırmak matemiyle çağlasın,
Size herkes, size dünya ağlasın. Hep anneler kara yaslar bağlasın,
En sevgili arkadaşlar nerdedir,
Gelmeyenler hangi kara yerdedir."
Daha sonra bu şiir bestelendi…
***
Reşit Galip, Fakülteyi bitirdikten sonra İstiklal Savaşında hekim olarak hizmet verdi.
Savaş sonrası Mersin'de Hükümet Tabipliği, Türk Ocağı başkanlığı yaptı. 1925'te Aydın Milletvekili oldu, 1932 yılında da Millî Eğitim Bakanı.
Dr. Reşit Galip, 1933 Üniversite Reformunu takiben Hitler Almanya'sından kaçıp gelen Profesörlerin sözcülüğünü yapan; o günkü dünyanın en ünlü patoloğu Prof. Schwartz'a şunları söylemişti "Biz fakir bir memleketiz. Sizlere layık olduğunuz ücretleri veremeyeceğiz. Fakat Mustafa Kemal'in kurduğu bu genç Türkiye Cumhuriyeti'nde sizler bir Rönesans devri açacaksınız. Burada doğacak yeni ilmin feyizli ışıkları bütün dünyayı aydınlatacaktır". Nitekim öyle oldu, dünya tıp bilim adamlarının yüzü İstanbul'a döndü. İstanbul Tıp Fakültesi dünyanın en saygın Tıp fakültelerinden biri oldu.
Reşit Galip, herkesin dinini iyi öğrenmesini istiyordu, din ve devlet işlerinin ayrılmasını, dinin siyasete malzeme yapılmamasını istiyordu, dini; birtakım kişilerin menfaat için kullanmasına karşıydı.
Reşit Galip bir vatanperverdi, Andımızda yazdığı gibi; Yurdunu, Milletini özünden çok seviyordu. Bugün bu duygular Türkiye'de suç mu sayılıyor? Millî birliği, beraberliği sağlamaya, vatan sevgisini ve iyi insan olma ülküsünü sağlamaya yönelik Andımıza karşı olmayı hiçbir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına yakıştırmıyorum. Reşit Galip'i tanıyıp, onun hakkında yazı yazıp da bu söylenenlere sesimi çıkarmasaydım kendimi vicdanen çok rahatsız hissederdim.
Prof. Dr. Hasan Serdaroğlu