Prangalardan kurtulma zamanı!
Cumhuriyetin tökezlemesi, Atatürk’ün öldüğü gün başlamıştır. Somut adım olarak, Metin Aydoğan’ın Türkiye Üzerinde Notlar 1923-2005 adlı eserinde zikrettiği, Türkiye’nin 12 Mayıs 1939 tarihinde İngiltere, 23 Haziran’da da Fransa ile iki ayrı deklarasyona imza atması gösterilebilir:
“1939 Üçlü İttifak Anlaşmasıyla başlayan Batı’ya bağlanma süreci, savaşın bitmesi ile olağanüstü hız kazandı. Türkiye, toplumsal düzeni, siyasi işleyişi ve ekonomik gereksinimlerine uygun düşmemesine karşın, ABD’nin isteği üzerine ’çok particiliği’ kabul etti ve 24 Ekim 1945’te kurulan Birleşmiş Milletler’e girdi. BM’den sonra kurulan hemen tüm uluslararası örgütlere; inceleme yapmadan, araştırmadan ve bilgi sahibi olmadan üye oldu. 14 Şubat 1947’de Dünya Bankası, 11 Mart 1947’de IMF, 22 Nisan 1947’de Truman Doktrini, 4 Temmuz 1948’de Marshall Planı, 18 Şubat 1952’de NATO ve 14 Aralık 1960’da OECD’ye katıldı. Bunlardan başka, sayısını ve niteliğini bile tam olarak bilmediği, çok sayıda ikili anlaşmaya imza attı. Gümrük Birliği Protokolüyle kapılarını AB’ye açtı. IMF ve Dünya Bankası ile bütünleşti. Türkiye’nin katıldığı tüm uluslararası anlaşmaların ortak özelliği, Batı’ya bağımlılığın arttırılması ve egemenlik haklarının törpülenmesiydi.”
Bütün bu süreci hızlandıran, İsmet Paşa’nın çekingenliğe ve pasifliğe dayanan dış politikasıydı. İsmet Paşa’nın Sovyet korkusu, Türkiye’yi Batı’nın kucağına itmiştir.
* * *
Türkiye’de ne zaman yönetimler millî menfaatleri korumaya kalkışmışsa, “dost ve müttefik” ABD ve Batı dünyası, o yönetimleri alaşağı etmek için elinden geleni yapmıştır. Ve bu dönemlerde Türkiye, ortada bırakılmıştır.
Türkiye ile Batı dünyasının menfaatleri, bilhassa Ortadoğu’ya yönelik olarak ve İsrail’in korunması temelinde paralellik arz etmişse, Türk yönetimleri göklere çıkarılmıştır...
1980’de Süleyman Demirel, ekonominin direksiyonuna Turgut Özal’ı getirir... 24 Ocak Kararları alınır. Dolar 47 liradan 70 liraya getirilir...
Dünya Bankası Başkanı Mc Namara, Türkiye’nin 3 milyar dolarlık borcunu ertelemek için Özal’ın ağzından bir mektup kaleme aldırır. Mektup, Türk ekonomisinin tüm denetiminin bu kuruluşa devredilmesi, her kararın bu kuruluşa haber verilmesi, yatırımların programdan çıkarılması ve Türkiye’nin bazı sanayi dallarında hiç yatırım yapmamasını öngörüyordu.
Özal, “Bunu imzalayanı ipe gönderirler” diyor ama telefonla Demirel’den yetki alarak imzayı atıyordu. Nihayet, ABD ikna oluyor ve 3 milyar dolar borç erteleniyordu. Ekonomi bu durumdayken, ülke adeta kan gölüne dönmüştü.
Sonunda Pentagon’dakilerin deyimiyle “Bizim çocuklar” 12 Eylül’ü gerçekleştirdi.
IMF programlarının uygulandığı 100 ülkeden biri olan Türkiye, yapısal uyum adlı bir uluslararası haciz yöntemi ile malını mülkünü, toprağını satmaya başladı.
Ekonomide başlayan yabancılaşma, medyada ve siyasette de yabancılaşmayı getirdi ve 1999’dan itibaren ve özellikle AKP döneminde AB’ye uyum yasaları ve toprak satışları ile aleni teslimiyete dönüştü.
* * *
Bugün “Kemalizmin sonu geldi” çığlıkları arasında Türk devleti yasal olarak da çökertilmektedir. Aslında 1938’den beri Türkiye’de uygulanan Kemalizm değil, sömürge politikalarıdır. Dolayısıyla İkinci Cumhuriyet dedikleri, Türk devletinin tamamen yıkılmasıdır. Hem siyasi iktidarlar hem de 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat süreçleri Türkiye’yi Türkiye olmaktan çıkarmıştır.
İşte, Türk askerinin başına çuval geçiren ABD, PKK ve Ermeni yalanları ile Türkiye’yi Irak’a çevirmeye çalışmaktadır. Bereket versin ki, mesele artık geniş halk kitlelerince anlaşılmıştır.
Şimdi, Türkiye’nin, bütün bu prangalardan kurtulma, toparlanma zamanıdır.
Unutulmamalıdır ki, millet her sabah yeniden doğar!