PKK’ya ‘alan’,devlete ‘yalan’ hâkimiyeti sağlayanlar kimlerdi?
Bizim gibi ‘kandan beslenenler’, ‘anaların ağlamasından zevk alanlar’ ve ‘morg bekçiliği’ yapanlar, üç yıldır yazıyorlar “Bu gerçek çözüm süreci değildir, öncekinden daha kanlı bir döneme hazırlık sürecidir” diye...
PKK devletle dalga geçer gibi silahları hiç bırakamadığı ve bırakmayacağını açıkladığı halde, sürecin resmi sahipleri ve onlara medyada uşaklık eden yılışık kalemler sürekli ‘silah bırakma’ tarihi açıklayarak, halkı oyaladılar...
‘Devrimci halk hareketi’ başlatmak ve ‘alan hâkimiyeti’ sağlamak için çıktığı çılgın seferde Kazan ve Kavaklı bozgunlarıyla tarihinin en büyük yenilgilerini alan PKK’ya ‘soluklanma’, ‘toparlanma’ ve ondan da önemlisi Kuzey Suriye’de ‘devletleşme’ imkânı sağlandı bu süreçte...
Onlar silah bırakacakken, devlet kendi silahını nizamiyenin içine hapsetti, şehirleri ve dağları terör örgütünün alan hâkimiyetine bıraktı... Daha sonra 6-7 Ekim olaylarında ortalığı yakacak olan KCK’lılar ‘demokratik’ dokunuşla serbest bırakılırken, askerin operasyon yetkisi valilerin iki dudağının arasına sıkıştırıldı...
Ne valilerdi onlar; birisi çözüm sürecindeki katkılarından dolayı ‘Sayın Öcalan’a teşekkür eden, diğeri Diyarbakır’ı ‘Kürdistan’ın başkenti’ ilân eden, bir başkası BDP’lilere şirinlik yarışına giren, şehirlerinden PKK’lı mezarlıkları inşa edilirken hiç oralı olmayan, terör örgütünün sözde mahkemelerini adres adres bilirken çıt çıkarmayan valiler...
* * *
Cinayet göz göre göre yaklaşırken, ülkeyi yönetenler “Dağa çıkışlar nitelikli hâl aldı” aptallığını millete yedirmeye çalıştılar... Kimisi uşak ruhlu, kimisi doğrudan terörist, kimisi tek haneli IQ sahibi ‘âkil kumpanyacı’pazarlama turuna çıkarıldı...
Gazeteci kılıklı şebeke ortaklarıyla birlikte Apo’yu keşfettirdiler millete... Taşnak metoduyla kan döke döke yürüyen bir câni gitmiş, ‘yaşatmaya seçen’, ‘vizyon sahibi’, hatta gençliğinde namaz bile kılmış birisi gelmişti!..
‘Güvenlikçi politikalar’ diye aşağılanan yöntemin yerine devletin ‘ayağa hizmet götüren’ yeni konsepti devreye sokulmuştu... İlk sahne alma yerimiz Habur olmuştu... 1984 Eruh baskınını, teröristlerin o bastığı ülkenin en büyük şehrinde her yıl kutlayabileceği olgunluğa ulaştırılmıştı devletimiz!.. Tıpkı bugün terörizmi protesto için terör örgütünün Stalinist elebaşının posterlerinin İstanbul’da taşınması gibi!..
Nasıl olsa, çözüm sürecinin aleyhine bir olay olduğunda, PKK açık verdiğinde veya aleni bir şekilde şehirlerde ‘asayiş’i ele aldığında, cinayet işlediğinde, bunu ‘yol kazası’ veya ‘provokasyon’olarak niteleyebilecek, ‘zamanlama mânidar’ açıklamalarıyla Apo’yu masum posizyonda tutacak haysiyet yoksunu ağızlarımız ve kalemlerimiz vardı!..
Öyle bir propaganda yoğunluğu sağlanmıştı ki, “PKK neden silah bırakmıyor?” sorusunu sormak bile ‘kanlı dönemi özlemek’le yaftalanmaya yeterdi... Terör örgütüne ‘vurdukça kazanmayı’ öğreten resmî hainlerimiz sayesinde Kürtlerin tamamına yakını örgütün kucağına düşürüldü... Beşir Atalay menşeili “Öcalan Kürtlerin lideridir” sözü işin pik noktalarından birisi olmuştu...
6-7 Ekim olaylarından sonra ne demişti o kafa: “Misliyle karşılık vereceğiz!..” Peki ne yapmıştı? Kuzey Irak’tan Suriye’ye silah ve terörist koridorunu açmıştı!..
* * *
Şimdi yine geleneksel ‘aldatıldık’ sezonu başladı... Bu iş için ‘baldıran zehri’ içtiğini ifade eden ‘küresel hazret’ artık güvenlik zafiyetimizin olduğundan bahsetmeye başladı!.. Muhtemelen Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü bu sahnenin sorumlusu!...
Açılım süreci için devlet ciddiyetinden uzak biçimde, karanlığa zar atar gibi “Açılım tuttu tuttu, tutmazsa başa döneriz” diyen kafa şimdi dönsün başa bakalım ne kadar dönebiliyor? Üç yılda devlete neler kaybettirildi, terör örgütüne hem terör üretme kapasitesi hem de sosyal anlamda neler kazandırıldı bir incelesin bakalım!..
Bu saatten sonra akan her damla kandan, bu süreci millete kasıp, karşı çıkanları ‘kandan beslenmek’le suçlayanlar sorumludur... Türkiye bugünleri de atlatacak ama terör örgütünü devlete neredeyse ortak edenleri unutmayacaktır...