Onlar 25 kişiden biriyken...
Şu gerçeğin altını yeniden çizelim: Şimdi her iki kişiden biri olabilirler... 1984'te '25 kişiden biri'ydi onlar... Darbe öncesinden kalan bakiyenin ilk sayımında çıkan sonuç buydu... Millî Görüş yeni yolculuğuna bu oranla başlamıştı...
Ağır ağır büyümeye koyuldular... 1987 seçimlerinde görüldü ki artık '14 kişiden biri' olmuşlardı... Dönemin 'liberal, muhafazakâr ve milliyetçi' etiketli partisi ANAP ve iktidarı zayıfladıkça, yolsuzluk bir sistem hâline gelmeye başladıkça, Millî Görüş'ün partisi seçmen pastasındaki parselini daha da büyütecekti...
1989 mahalli seçimleri vitesin biraz daha büyüğünü ispatlayacaktı... Millî Görüş'ün 'adil düzen' çağrısına kulak verenlerin oranı arttı... Artık onlar '10 kişiden biri' olmuşlardı... Üstelik bu rakamlar sadece esnaf tabanlı taşrayla sınırlı kalmamış, çarpıklığa ve adaletsizliğe şifa arayan büyük şehirlerin varoş seçmenlerini de kapsamaya başlamıştı...
1991 seçimlerine MÇP ve IDP ile ittifak yaparak girdiler... Müttefiklerin oyu tahminen düşüldüğünde ortaya çıkan tabloya göre '9 kişiden biri' dönemine adım atmışlardı... Bu seçimlerde kendileri açısından hem siyasî baraj, hem de psikolojik baraj aşılmıştı... İyice perçinlenen özgüvene, ülkeyi yönetenlerin kötü yönetimleri de eklendikçe büyümenin önü açık uçlu kalmaya devam edecekti...
Ve 1994 mahallî seçimleri... Sandıklar açılmaya başlandığında görüldü ki 1984'teki küçük hareket, çok değil on yıl sonra '5 kişiden biri'nin hareketi olmuştu!.. Üstelik büyük şehirlerin varoşlarından merkeze doğru güç yayan bu akım, İstanbul ve Ankara'nın belediye başkanlıklarını da o günden bugüne bir daha bırakmamak üzere ele geçirecekti... Aynı oy oranı, kendilerine iktidar yolunu açacak olan 1995 genel seçimlerine de damgasını vuracak, böylece Millî Görüş, tarihinde ilk defa Başbakanlık koltuğuna oturacaktı...
Baskılar, yolsuzluklar ve banka boşaltmalarla geçen ara rejimin hangi hareket için 'nadas' niteliği taşıdığı, takip eden ilk seçimde anlaşılacaktı zaten... Post-modern darbeli ve muhtıralı yıllar, yerlerini gömlek değiştirdiğini söyleyenlerin muktedir yıllarına terk etti... Bir de bakıldı ki, 2002 yılında 'üç kişiden biri' olmuşlardı...
Sonrasını herkes biliyor... Ne kadar genel ve mahallî seçim varsa, ne kadar referandum varsa hepsini kazandılar... Hep büyüyerek ilerlediler... 7 Haziran'da ağır bir tökezleme geçirdiler ama 'elbirliği'yle ayağa kaldırıldılar... 1 Kasım 2015'i baz alırsak, gönüllü/gönülsüz fark etmiyor, kapsama alanlarıyla birlikte 'iki kişiden biri'dirler artık...
Elbette siyasî eğilimleri temsil açısından 80'lerin homojenliğinde de değiller... Tıpkı anti-emperyalist ve anti-Batıcı kimliğin yeri ve zamanı geldikçe emperyalistlerle dost ve Batı'yla uyumlu kimliği kuşanarak nöbet nöbet karmaşık bir görüntü vermesi gibi... Yine de ilginç bir yolculuk ve incelenesi bir başarı hikâyesi değil mi; '25 kişiden biri'yken '2 kişiden biri' olmak...
***
Bu değerlendirmeyi yıllar önce ilk yaptığımda şu notu düşmüştüm sonuç olarak: "Evet, onlar yeniden yola çıktıklarında '25 kişiden biri'yken, bugün '2kişiden biri' oldular... Yarın '3 kişiden ikisi' olurlar mı, şimdiden kestiremeyiz... Sadece meteorolojik bir kavram olmayan 'hava muhalefeti' böyle sürerse hiç bir şeye şaşırmamak lâzım... Sonuçlar gökten meteor gibi düşmüyor!.."
Kısa ve çok kötü bir iktidar tecrübesinden sonra insan bu tabloya bakıp da milliyetçiler açısından 'kayıp yıllar'a içi acımadan geçemiyor... Başkaları sayılarına sayı eklerken, kendi adamlarının itilip kakıldığı, Meclis'te darp edilmeye çalışıldığı yıllara... Kendi insanına karşı şahinlik yapılırken, devlet yönetimine talip olunması gerektiği zamanda 'haddimizi biliriz'le geçiştirilen yıllara...
Başkaları projeleri, vizyonu, geleceği, kapsama alanını genişletmeyi, iktidarı ve çağı propaganda ederken, 'parti içi iktidarı elde tutmak'tan başka hedefi bulunmayan, dil olarak da 'hain, ajan, fitne, komplo'yla sınırlı bir dile ve o dile uygun savunma refleksine sahip olunan yıllara...
İşte bu yüzden hiçbir şey sürpriz değil ve sonuçlar gökten meteor gibi düşmüyor!.. Bari bundan sonraki yılların 'kayıp yıllar'a eklenmemesi için bu tecrübeden ağır bir ders çıkarmak gerekiyor... Galiba bugün itiraz kaydıyla yükselen ayak sesleri de bunu gösteriyor... Zaten aksi olursa artık 'kayıp yıllar'dan değil, 'kayıp çağ'dan söz etmek zorunda kalacağız...