Nasıl bir dil?
Önce küçümsendi… "İmza toplayamıyorlar" denildi… "En fazla 50-100 olur" gibi rakamlar ifade edildi… Doğru değildi…
Sonra imza veren birçok delegenin imzasını geri çektiği haberleri yayıldı… Doğru değildi…
Ardından imzaların yeter sayının iki mislini geçtiği haberleri çıktıkça bu defa "Muhaliflerin birbirlerine düştüğü ve imzaların mükerrer olduğu" iddia edildi… Bu da doğru değildi…
İmzalar Genel Merkez'e teslim edildi… Yine benzer bir 'haber' daha dillendirildi… Sözde büyük oranda 'olmayan delege' imzası vardı… Elbette bu da doğru değildi…
Muhalifler partiyi mahkemeye düşürmüştü… Oysa 'gidin' diyen Genel Merkez'di… Yani 'mahkeme kapılarına düşürme' ithamı da doğru değildi…
Mahkeme 'yetkisiz'di ve karar veremezdi… Tabii ki bu da doğru değildi…
Halbuki bu kadar 'yanlış' yerine tek bir 'doğru'da karar kılınabilirdi… Kurultay bütün tarafların desteğiyle toplanabilir, ülkücü irade neyi öngörüyorsa hayata geçirebilirdi… Zaten delegeler mevcut yönetimi seçen delegelerdi ve belki de mevcut yönetimin devamından yana oy kullanacaklardı… O zaman partiyi içe dönük enerji sarfiyatına sokan bu tartışmalar bir anda bitmiş olacaktı…
Halen bu ihtimal var… Tek bir hamleyle MHP mahkeme kapılarından kurtulabilir ve herkesin sonucuna razı olacağı ve salondan kardeşçe ayrılacağı 'ülkücü irade'nin toplanmasının önü açılabilir… Kaybetme endişesiyse bunu engelleyen, bilinmelidir ki bu endişe yüzünden partinin ve ülkenin kaybedecekleri, kişilerin kaybedeceklerinden çok daha fazladır ve telafisi imkânsız gibidir…
***
Ülkede hüküm süren denklemi bozabilecek tek parti MHP… O MHP'nin tüm taraflar açısından kuşatıcı, kucaklayıcı, bütünleştirici bir dile ihtiyacı var… Ötelemeyen, kırmayan, küstürmeyen bir üslup ihtiyacı bu…
Siyasî iktidar öylesine baskın ki, okullarda neredeyse ülkücü müdür kalmamış… Sendikaların baskısı sempatizan memurları canından bezdirmiş… Partinin aldığı mağlubiyetler milliyetçi bürokrasinin direncini azaltmış, bazı yerlerde teslim alınmalarına yol açmış…
Taşrada milliyetçilikleriyle bilinen ve siyasetin finansmanına katkıda bulunan iş adamları kamudan iş alamaz hâle gelmiş, kapılarına maliye dikilmiş… Partililerin kendi sicilleri dolayısıyla çocukları işe alımlarda 'öteki' gibi, 'mülâkatların zencisi' gibi muamele görmüş, aileler içinde bu durum artık travmalara dönüşmüş… Benzer sıkıntılar üniversitelerde kendisini göstermiş, potansiyeli olan öğrenciler gelecek endişesiyle milliyetçi yapılardan uzak durmaya başlamış…
Bu kadar örselenmişliğin üzerine bir de iç mücadelenin kırıcı diline asla tahammül edilemez… Bu dilin şimdiye kadar hiçbir işe yaramadığı, tam tersine ardında küskün, dargın ve bezgin biriktirdiği ortada… Buradan çıkış, sadece 'yeni' veya 'güven tazelemiş' bir yönetimle değil, o yönetimin taşıdığı iktidar potansiyeliyle mümkündür… Yoksa A'nın gidip B'nin gelmesi değildir esas mesele…
Ülkücülere 'zararı kârdan daha büyük olan' Pirus zaferi değil, kendi içinde kim kazanırsa kazansın birleştirici bütünleştirici ruh inşası gerekiyor… Sonraki nesillere kavgayı değil, kardeşçe dayanışmayı bırakmak isteyen hiç kimse 'fitneli, hainli, komplolu' bir dilden medet ummaz, ummamalı…
Görünen o ki, süreç kurultayı artık kaçınılmaz kılıyor… Kim kazanırsa kazansın, bu kurultay, ardında 'mağrur olmuş, kaybedenleri de küçümseyen ve iten' muzafferler bırakacaksa, kazananlar partideki koltuklara oturmayı, ülkede iktidara gelmekten daha önemli görecekse olmaz olsun…
Acı gerçek, ülke çok zorda ve MHP'nin zaman kaybetmeden toparlanması ve yaralarını sarması lâzım… Darbe sonrasında olduğu gibi bugün de birbirine tutunarak ayağa kalkması ve siyasî mukadderata el koyması mümkün… İşte bunun için her fert kıymetli ve bunun için toparlayıcı dil şart…
Şahısların kaybedecekleri, ülkenin ve partinin kazanacağının yanında hiçbir şey ifade etmez… Doğru cümle 'Edirne'yi Enver alacağına Bulgar alsın' değildir… Doğru cümle 'Edirne'yi ha Enver almış, ha kardeşleri, fark etmez, Edirne bizimdir' olmalı…