Milyarlık Entel Barbie
Pinokyo’nun yaşadığı tecrübelerden sonra insana evirilmesini oldum olası yazarın bilinçaltına gizlenmiş bir Doğu estetiği/algısı esinlenmesi olarak düşünürüm. “Hamdım, yandım, piştim” analojisi gibi algılanabilecek bir yaklaşım benimkisi. Doğu felsefesi, sanatı, edebiyatı, şiiri Oryantalistlerin iliklerine işlemiş, onlar vasıtasıyla bu zengin teşbih, istiare, imge ve mesel dünyası bilinçli veya bilinçaltı dürtülerle, yeni anlatılarda dönüştürülerek Batı edebiyatı içinde eritilmiş olmalı.
Barbie bebek, kesinlikle Doğu veya Uzak Doğu geleneğinden değil ama yine de “doğululuk” içeren bir kökene sahip görünüyor. İddiaya göre; Yeni Dünya’ya göre bir hayli doğuda olan Almanya menşeli çizgi roman karakteri Lili’yi temellük eden Amerikalı kapitalistler, ona yeni bir hikâye uydurarak -ne de olsa telif hakkı diye bir şey var- Amerikan Rüyası’nın güçlü bir temsilcisi yaptılar. Sonrası malum olduğu üzere satılan milyonlarca Barbie (ve Ken), milyarlarca doların el değiştirmesini sağladı. Dahası milyonlarca genç kız, cahiliye devri Araplarının helvadan put yapıp ona tapmaları absürtlüğünde olduğu gibi, fabrikalarda üretilen Barbie bebek putçuklarına tutkuyla bağlandı. Her biri Barbie’nin temsil ettiği değerler ekseninde birer yetişkine dönüştü...
Barbie filmi, bildiğimiz dünyanın kenarında var olduğu farz edilen, sınırları gerçek dünyanın ataerkil yöneticilerince belirlenen pembe bir sahnede açılıyor İlk üretilen bir numaralı (yani klişe, yani klasik) Barbie, pembe sahnenin ana karakteridir. Bu pembe rüya onunla başlamıştır. Her gün ve gece onlar içindir. Erkeklerin yani Ken’lerin hiçbir kıymeti yoktur çünkü Ken’ler, Barbie’lerin kaburga kemiklerinden üretilmişlerdirJ.
Bir gün bütün Barbie’ler ve onların pervanesi Ken’ler neşe içinde dans edip şarkı söylerken bir numaralı Barbie ağzından “Ölümü düşünüyorum!” sözlerinin döküldüğünü fark eder. Müzik ve dans durur ama sadece birkaç saniye. Ardından şölen devam etse de bir numaralı Barbie artık bir daha eski Barbie olamayacaktır.
Barbie filmini seyretmeme sebep olan en önemli etken, bütün dünyada Oppenheimer filmini gişede alt etmiş olması haberleri oldu. Barbie filminde ne vardı ki, onu dünyanın bir kere daha yaşaması ihtimal dâhilinde olan nükleer felaketin doğuşunu anlatan Oppenheimer filminden çok tercih edilen bir ürüne dönüştürmüştü?
Şöyle: Barbie’nin yönetmeni hafif bir felsefe sosu, sinema türlerinden oluşmuş ve seyirci hafızasında ciddi yer edinmiş sinema sahnelerine göndermeleri, “kadın kadın” sorunları, “erkek erkek” sorunları, “kadın erkek-erkek kadın” sorunları hakkında diyaloglar ile bir anlatı yaratmış. Böylece Barbie’yi izlemek için ufacık bir rüzgâr bekleyenlere iyi bir gerekçe sunmuş (bu arada açıkça söylemem gerekirse, filmin kumsaldaki “Ken’ler Savaşı” sahnesi, film boyunca düzenlenen ve reklam kokan mizansenleri affettirmeye yetti).
Film gösterime gireli çok oldu ama ben yine de sonunu açık etmeyeceğim. Soru şu: Barbie, sonunda Pinokyo gibi bir ölümlü olmaya razı olacak mıdır?
Safa Önal’ın ardından
+++++
Sefa Önal ile Tercüman Gazetesi’nde yazdığım yıllarda, 1987’de, Gramafon Avrat filminin yönetmeni Yusuf Kurçenli ile röportaj yapmak için gittiğim, artık yıldızı sönmekte olan Papirus Bar’da tanışmıştım. Kurçenli gelmemişti, vaktim vardı. Safa Bey’in yanına gidip kendimi tanıttım. Hemen masasına davet etti. Konu her nasılsa Peyami Safa’ya geldi. O kendini Peyami Safa’nın öğrencilerinden biri olarak görüyordu. Konuşmamız “Matmazel Noraliya’nın Koltuğu”na geldi. Çünkü ben her ne kadar gazetede film eleştirileri yazıyor olsam da kafamda daima film yönetiyordum! Yusuf Kurçenli gelene kadar Peyami Safa’nın bütün romanlarını, Cingöz Recai’ler dâhil filme almıştık! Ondan sonraki yıllarda ise pek çok sinema etkinliğinde karşılaştık. Önal zamanla yalnızlaştı. Türk Sineması camiasında kendi ile yaşıt pek az arkadaşı kalmıştı. Muhtemelen onlarla sık sık görüşemiyorlardı. Vefatından önceki yıllar içinde Matmazel Noraliya’nın Koltuğu ile ilgili yeniden konuştuk. Bir televizyon için hazırladığı dizi senaryosunu film senaryosu haline getirdiğini, filme almak istediğini ve yapımcı aradığını anlattı. Bir arkadaşımı yönlendirdim ama sonunda ortaya bir film çıkmadı.
KUTU
GÜNÜN YÖNETMENİ
Greta Gerwig Amerikalı oyuncu, oyun yazarı, senarist ve yönetmendir. Gerwig, Unitarian Universalist olarak yetiştirildi, ancak aynı zamanda kız Katolik okuluna da gitti. Kendisini "yoğun bir çocuk" olarak tanımlamıştır. Erken yaşlarda dansa ilgi duymaya başlayan Gerwig, New York'ta müzikal tiyatro alanında eğitim almayı planladı. Bunun yerine İngilizce ve felsefe okuduğu New York'taki Barnard College'dan mezun oldu. Başlangıçta oyun yazarı olmak niyetindeyken, genç yönetmen Joe Swanberg ile tanıştıktan sonra, "mumblecore" olarak adlandırılan ve ilk kez film çekenlerin çektiği bir dizi düşük bütçeli entelektüel filmin yıldızı oldu.
----
Kaynak: https://www.imdb.com/name/nm1950086/bio?item=mb0225849mm