Millî birlik iç barış öyle mi?

Türkiye’nin millî enerjisini emen, sömürüp tüketen yegâne kötülük kaynağı bölücülüktür/ Kürtçülüktür. Sadece iç cepheyi, millî birliği, toplumsal barışı bozmuyor, aynı zamanda bir sinir sıkışması gibi bütün vücuda sızı verip, ağrı yaparak rahatsız ediyor.

Ekonomik kaynakları tüketiyor.

Askerî, siyasi, sosyal barışı bozup millî bütünleşmeyi dolayısı ile uluslaşmayı (millîleşmeyi) engelliyor.

Türkiye’nin genç nüfusunu, eğitim ve iş gücü potansiyelini yok ediyor.

Böylece habis bir ur gibi, toplumsal varlığı tehdit altında tutuyor.

Bu kanserli bölgeyi temizlemek, toplumsal barışı sağlamak, Türkiye’de anayasal düzeni hâkim kılmak ve yurttaşlık bağlarını kuvvetlendirmek için, ülkenin bu hastalıktan kurtarılması gerekir. Bunun yolu, seçime dayalı, iş başındaki iktidarın çıkarına göre siyaset üretmek değildir.

Teröre/bölücülüğe, millî mesele olarak bakılmalıdır. Devletin çıkarı, milletin bekası ve varlığı, geleceği olarak bakmak gerekir.

Bu sebeple, devlet aklı, millî güvenlik bakışı gereklidir. Mevcut iktidar sahipleri, her sıkıştıklarında Kürtçü hareketin siyasi temsilcilerine iktidarın geleceği ve siyasi çakarı doğrultusunda bakıyor.

Durum böyle olunca da sorun gittikçe zamanın içinde eriyip, normalleşeceği yerde, tam tersine, siyasi itiş kakışla saflaşıp, siyasi düşmanlıkları pekiştiriyor.

Olması gereken bu değildir.

Olması gereken, krizi yönetecek bir strateji ve plan ortaya koymak, sonra da bunu devlet aklıyla, partileştirmeden bütün siyasal kurumlar sahiplenerek uygulamaktır.

Millî sorunlar, millî yöntemlerle çözülebilir.

Birlikte çözülür.

Halbuki mevcut iktidar sahipleri, önce Türkiye’nin düşmanı ilan ettiklerini, sonra “millî birliğimiz için el uzattık” diye sahipleniyor. Bu durumda; “Türkiye’nin düşmanları dost mu oldular, yoksa ani bir başkalaşım mı geçirdiler de siz, Meclis’in açılışında gidip adamların elini sıktınız” diye sormamız kaçınılmaz oluyor.

Kısacası mantıklı bir gerekçe ve samimiyet arıyoruz.

Siyasi tutarlılık var mı diye bakıyoruz.

Görüyoruz ki, hiçbiri yok.

Kaldı ki millî barış, sosyal uyum, toplumsal bütünleşme sadece Kürtçü-bölücü siyasetle el sıkışmakla olmaz. Bütün ülkede bir barış ve birlik beraberlik havası esmesi gerekir. Dolayısı ile önce kendi yoldaşlarınla bütünleşmek gerekmez mi? Mesela Sinan Ateş’in anasıyla helalleşilecek mi?

Dövülen siyasetçilerden, gazetecilerden özür dilenecek mi?

DEM’e uzatılan millî birlik ve barış eli Kürtçülerle sınırlı mı kalacak?

Mesela Ayşe Ateş’e bir el uzatılacak mı? Uzatılmayacaksa, yeni “Millî birlikçi” siyasetin gerçek bir barışseverlik olduğunu nasıl kabul edelim? Çünkü bu siyaset, bir tarafı memnun ederken öteki taraf hâlâ kırgın ve küskün bırakıyor.

Öyle değil mi?

Öte yandan Kürtçü-bölücü siyaset, kendisine uzatılan eli, olumlu demeçlerle karşılıyor.

Niye?

Çünkü uzatılan eli, kendisi için bir fırsata çevirmek istiyor. Aynı zamanda taviz olarak görüyor. Bu sebepledir ki, hemen ilk isteklerini sıralıyor.

Bir planı olmayan, stratejisi seçimlere yönelik, iktidar odaklı çözümler üzerine kurulu siyasi açılımlar, geçmişte “Analar ağlamasın” anlatımıyla topluma kabul ettirilmek istendi ve bunun sonunda hendekler kazıldı. Bu hendekleri terör örgütünden geri almak için 700’de fazla askerimiz şehit oldu.

İnsan kayıpları verdik.

Konuyu laf salatasına boğup, devlet, ülke ve millet için yararlı sonuçlar ortaya koyamadık. Şimdi bir benzerini “Analar ağlamasın” diyerek değil de “millî birlik” adına ortaya koyuyoruz.

Millî birliğe kim itiraz edebilir?

Güzel, hoş, aranılan bir cümle.

Üstelik toplum olarak daima özlediğimiz, umut ettiğimiz bir çağrı.

Ancak Türkiye’de seçimin, ekonomik, sosyal krizin konuşulduğu bir dönemde dile getiriliyor. Siyasi iktidarın yerel seçimlerde oy kaybına uğradığı iktidarı kayıp etme tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı süreçte hatırlanması, çözüm odaklı bir politika olup olmadığı konusunda endişe yaratıyor.

Öte yanda iktidar, kendi yarattığı sorunları çözemiyor. Kendi bozduğu barışı, toplumsal ötekileştirmeyi ortadan kaldıramıyor. Sadece Kürtçülerle değil, toplumsal kesimlerin tümüyle gerilim yaratarak siyaset üretme alışkanlıklarından vaz geçmiş görünmüyor. Bu yüzden olsa gerek İktidarın, şimdi şu an birdenbire “siyasi normalleşme” peşine düşmesi yeniden iktidar oluncaya kadar sürdüreceği geçici bir propaganda gibi görülüyor.

Bu arada Türkiye’nin enerjisini yıllardır emen, toplumsal, siyasi bir sorun olan terör (bölücülük)meselesi, iktidar sahiplerinin verdiği/vereceği taviz oranında iyileşmiş görüntüsü verebilir. Ancak soruna bölgesel bakıldığında ve buna bir de BOP’un devamlılığı eklendiğinde, hiç de çözülecekmiş gibi durmuyor. Çünkü BOP (Büyük Ortadoğu Projesi), Kürtçülere ABD desteğinde tarihî bir fırsat sunuyor. Bunu kim neden terk etsin de İktidarın uzattığı eli kucaklayıp tarihsel fırsatı terk etsin?

Öyle değil mi?

Yazarın Diğer Yazıları