Mazlumun âhı kimliklerden üstündür
'Demokrasi mezhebimiz' o kadar geniş değil!.. Suçluyu sırf 'gazeteci' veya 'seçilmiş siyasetçi' diye savunamam…
Savunacaksak mağdurların hukukunu savunacağız… Çocuklara okuma yazma öğretmeye giderken, aslında kurşunlarla randevuya gittiğini bilmeyen temiz Anadolu çocuklarının hukuklarını…
Bayram alış-verişlerinde patlatılan bombalarla cesetleri duvarlara mıhlanan çocukların hukuklarını… Ayakları kadar mermilerle, daha isimleri bile konmadan beşiklerde katledilmiş çocukların hukuklarını…
***
Geçen ay Ekim'di… Diyarbakır Bismil'de Çavuşlu köyünden henüz 25 günlük öğretmenken babasıyla birlikte katledilen Neşe Alten'in ve yine Bismil Babahaki'de küçük kızları Mahinur'un gözleri önünde şehit edilen öğretmenler Ayşe ve Numan Konakçı'nın ölüm yıldönümleriydi... Sanki Ekim ayı öğretmenler için 'kurban' ayıydı... 1989, 1991 ve 1992'de birer, 1993'te 23, 1994'te 5, 1995'te dört, 1996'da 4 öğretmen Ekim aylarında toprağa düştüler... Işıtmak için gittikleri ve daha sonra katillerine 'şehitlik' inşa edilecek topraklara...
Korkaklar için kolay hedefti onlar... Darbe yeyince misilleme istiyordu karargâh ve en basit, en risksiz, en alçakça misilleme buydu... Örgütte şöhret yapmak, öne çıkmak, kanlı sicile katkıda bulunmak ve bu esnada eylemi 'kayıpsız' atlatmak için kimsesiz ve savunmasız öğretmene vurmak en cazip eylem şekliydi... Hem ideolojik kılıf da hazırdı: Onlar 'faşist TC'nin asimilasyonla görevli memurları'ydı!.. Böyle anlatıyor bu 'eylem pratikleri'ni Şemdin Sakık 'Mektuplar'ında...
***
Kimisi babalarının kıyamayıp, kendilerine eşlik ettikleri kızlarıydı... Kimisi kocasını yalnız bırakmak istemeyip, dengi toplayarak beşikteki çocuklarıyla bilmedikleri topraklara, 'kader'e koşan eşlerdi... Çoğu fakir ailelerden gelmeydi, görev bölgesi seçecek lüksleri olamazdı... En ilkel şartlarda çalışmayı göze aldılar... Kapalı okulları açtılar, ilk maaşlarıyla badanaları yaptılar...
Stalinist yöntemleri benimseyen bir örgütün korkakça saldırılarıyla son bulacak bir hayatı öğrencilerine sebil ettiler... Nereden bileceklerdi memleketin doğusuna doğru istikbâle koştuklarını zannederken aslında namluya sürülmüş kurşunlara koştuklarını? Diyarbakır Hantepe örneğinde diğer öğretmen arkadaşlarının yanından 'seçilerek' alındılar ve katledildiler...
***
'Çözüm süreci' denen ağır komplonun tohumlarını atıldığı yıllarda bunları yazdık ve "Katledilenlerin devleti nerede?" diye sorduk hep… 'Çözüm sürecinin akan kanı durdurmayacağını, aksine 'daha kanlı sürece hazırlık' fırsatı doğuracağını söyledik durduk…
Her şeyin sorumlusu olarak 'eski devletin ceberrutluğu'nu gören, 'ret, inkâr ve asimilasyon politikalarını kaldırdık' propagandasıyla tılsımlı sonuç alabileceğini düşünen kafanın duvara çarpmasıyla nihayet kısmî ayıkma başladı… 'Kısmî' diyoruz, çünkü terör örgütüne mali kaynak aktaran yapılara el konulmadıkça, üniversiteler temizlenmedikçe, PKK'lı öğretmenler meslekten uzaklaştırılmadıkça bundan emin olamayacağız…
Bugünlerde yaşıyor olduklarımız 'iç siyaset malzemesi' veya adı henüz konulmamış 'Başkanlık kampanyasının parçası' olabilir mi? Olabilir tabii ama öyle de olsa sonuçta gecikmiş bir adaletin tecellisine kapı aralanıyorsa eğer, terör örgütünün ayağına çadır tiyatrosu gibi mahkeme götürenlerin günahlarını unutmadan bugünleri değerlendirmeli ve bugün için olumlu tarafının daha baskın geldiğini düşünebilmeliyiz…
Siyasetçiyi veya gazeteciyi sırf bu unvanları dolayısıyla 'dokunulmaz' kabul etmek, onların terör örgütüyle ispatlı ilişkilerine göz yummak, ne herhangi bir devletin, ne de o devleti yönetenlerin haddinedir… Ayrıca alnına silah dayanmış halkın seçtiğine vekil, onu koruyan sisteme de demokrasi denmez…