Maziye bak!..
Yıl 1933. Dünyaca ünlü bilim insanı Prof. Albert Einstein, Atatürk Türkiye’sinden “yardım” istiyor!..
Bakınız Başbakana (İ. İnönü) yazdığı mektupta nasıl hitap
ediyor:
“Ben, sadık hizmetkârınız
Prof. Albert Einstein,
Ekselansları,
... Almanya’dan 40 profesörle doktorun bilimsel ve tıbbi çalışmalarına Türkiye’de devam etmelerine izin vermeniz için başvuruda bulunmayı ekselânslarınızdan rica ediyorum.
... Bu ilim adamları, bir yıl müddetle, hükümetinizin talimatları doğrultusunda kurumlarınızın herhangi birinde, hiçbir karşılık beklemeden çalışmayı arzu
etmektedirler.
... hükümetinizin talebi kabul etmesi halinde, sadece yüksek düzeyde bir insâni faaliyette bulunmuş olmakla kalmayacağı, bunun ülkenize de ayrıca kazanç getireceği ümidimi ifade etme cüretini
buluyorum.
Ekselânslarının sadık hizmetkârı olmaktan şeref duyan,
Prof. Albert Einstein.”
Bir de bugünkü hâlimize
bakınız..
Hangi Dağlar’ca?..
Biz hangi biziz? Örneğin, 17 yıl önceki “biz” ile bugünkü “biz” aynı mıdır?..
Arada “dağlar” kadar fark yok mudur? (Yoksa hep aynı mıyız?)
Ölümünün birinci yılında, Fazıl Hüsnü Dağlarca hakkında bir kitap yayınlandı: “Söz Kuşlarından Kalan Parıltı”
Yazarı, bu adı beğenmemiş. İlk bakışta bana da çok süslü gelmişti ama “söz uçar” dan yola çıkınca çok mantıklı ve şık buldum. Kuşlar gibi uçup giden sözlerin bıraktığı parıltı!..
Tam da bir şaire yakışır cümle.
Zaten bu adı, kendisiyle röportaj yapan yazara Dağlarca önermiş.
Yazar Yasemin Arpa’nın söyleşisi, Dağlarca’nın isteği üzerine öldükten sonra yayınlanmak için tam 17 yıl
beklemiş.
Orada, öne çıkarılan bir bölüme takıldım. Şöyle demiş Fazıl Hüsnü:
“Ben çok kız çocuğuna âşık oldum. Onlarda hem çocuk hem de hanım tadı var. Çünkü onlar her şeyin yabancısı. Hiçbir şeyi yorumlayamıyorlar. Asıl aşk onlarda. Bir kız çocuğu gördüm. Memelerini duvara sürtmekten haz duyuyordu. Badanalı duvara!.. Hem de çırılçıplak!..”
Yaşasaydı, bugün de aynı görüşüyle mi öne çıkardı şair?
O yüzden sordum, yineliyorum: 17 yıl önceki biz, bugünkü biz miyiz?
Arada Dağlar’ca fark yok mu?.. Dağlarca bu muydu?..
Hitler’e teklif
Türkiye’de telif haklarına saygısızlığın ve intihallerin (çalıntıların) boyutunu biliyoruz.
Bırakınız bunu, daha da ileri giderek milyonlarca kitabın korsan baskısının yapıldığına tanık
oluyoruz.
Şimdi böyle bir ülkeden, dışarıya bakalım ve 1940’lara gidelim.
İkinci Dünya Savaşı yılları.. Hitler Almanya’sı İngiltere’ye de bomba yağdırıyor... O sırada BBC Radyosundaki bir programcı, Hitler’in “Kavgam” adlı kitabından alıntılar yapıyor.
BBC yönetimi, telif haklarına saygısından dolayı, Hitler’e para ödemek istiyor!..
Evet, inanılacak gibi değil ama; İngiltere’nin devlet radyosu kendilerini bombalayan en büyük düşman Hitler’e “telif ödeyeceğim” diye tutturuyor.
Olacak şey değil ama BBC çok ısrarlı davranınca, bir formül bulunuyor ve Norveç aracılığı ile Almanya’ya telif ücreti ödeniyor!..
Artık baskılar
halka mı yöneldi?
Okuyucu ve izleyicilerden öyle iletiler geliyor ki, toplumun ne hâle getirildiğini yakından anlıyorsunuz.
Bir vatandaşımız diyor ki:
“Ben artık gündemi de takip etmiyorum, basına yansıyan kayıkçı kavgalarını da...
26 yaşımdayım ama inanır mısınız, kimi zaman kendimi 50 yıl yaşlanmış hissediyorum.
Aydınlar, sizler bizler yıllardır birilerinin gerçek niyetlerini anlatmaya çalıştık da ne oldu? Kimi inandırabildik? Yıllardır her tehdide komplo teorisi diyen, paranoya diyenler şimdi gerçeği gördüler mi?”
Bir başkası:
“Bir gazetenin internet sitesine, kimseye hakaret etmeden yorum gönderiyordum. Bir gün polis ev telefonumu arayarak basın savcılığına çağırdı. Gittiğimde, ’Kayıp Trilyon’davası hakkındaki yorumum önüme kondu.
Bu birkaç kez tekrarlandı.
Sonradan öğrendiklerimden hayrete düştüm. (...) Emniyet Müdürlüğü’nde bir birim kurulduğunu ve bunun Cumhurbaşkanı Gül hakkında muhalif yazı yazanları tespit ettiğini ve savcılığa verdiğini öğrendim.(...)
Artık hiçbir yere yorum yazmıyorum.
Bu sindirme kampanyası artık halka kadar inmiştir.
Ölüm ve özgürlük
Baskı ve istibdat,
edebiyata da yıllarca konu oldu. Bu alanda çok ünlü şair ve yazarlar var. Bizden biri,
Namık Kemal’i hepimiz
biliyoruz.
Onun “Hürriyet Kasidesi”nden bir dize:
“Ne mümkün zulm ile bidâd ile imhâ-yı hürriyet
Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten”