Kalktı göç eyledi gönül kervanı

Yaradanı fark et sonunu düşün

Bir gün olur seni senden sorarlar. (Suzî)

Halkımız Orta Asya bozkır kültürünü yaşarken dinî ayinlerin yöneticisi olan Kam, baksı ve Şamanlar yeri geldiğinde doğadan topladıkları otlarla ilaç yapıp hekimlik görevini sürdüren, yeri geldiğinde şölenleri ve dini ayinleri yöneten, beyin en yakınındaki kişiler iken, zamanla toplumsal statülerin farklılaşması, iş bölümünün gelişmesi gibi etmenlerle ilaç yapan ve hekimlik görevini üstlenen kişilerin çoğalması, Şamanın özellikle din adamlığı görevini üstlenmesi ve şairlik mesleğini ikinci planda tutması sonucu, saz şairlerinin prototipi atası dediğimiz ozan tipi ortaya çıkmıştır.

Şiiri müzikle birlikte sunan ozan, elinde kopuzu ile gezici bir tiptir ve dinî bir görevi yoktur. Anadolu’ya gelindiğinde ozan, âşık kimliğine bürünmüş, elindeki kopuzu da saza dönüşmüştür.

Anadolu’da 16. Yüzyıl başlarından günümüze kadar süre gelen ve her şeyi ile bize özgü olan âşık edebiyatının belli kuralları, töreleri bulunmaktadır. Zaten bu edebiyatı canlı kılıp varlığını korumasını sağlayan da bu kuralları ve icra töresidir.

Âşıklık gelenekleri; Saz çalma, Mahlâs alma, Usta-Çırak geleneği, Bade içme, Âşık karşılaşmaları, Leb-değmez, Muamma, Dedim-Dedi tarzı söyleyiş, Tarih bildirme, Nazire Söyleme biçiminde sıralanır.

Âşıklık geleneklerinin ilki saz çalma olarak görülür. Anadolu halkı, sazsız âşığı kulpsuz testiye benzetir.

Yaşamımızın her aşamasında görülen, Anadolu'nun binlerce yıllık sesi olan saz, halk müziğimizin kök hücresi, âşıklık geleneğinin kültürel hafızası, kültürümüzün parmak izi olup, özgün motifiyle en önemli kültürel değerlerimiz arasındadır.

Türk insanı sevincini, hüznünü, acısını sürekli sazla dillendirmiştir. Anadolu Türk kültüründe bağlama, “telli kur’an” denilecek kadar kutsal sayılmaktadır. Bağlama Türk kültürünün ozanlık geleneği içinde kopuzun devamıdır. Zaman içinde kopuz yerini saza bırakmıştır.

Götürüp mihr-i felek bezm-i cihandan kopusu
Başladı çalmağa şeştar yine halk-ı alem

deyişi kopuz sözcüğünün bırakılıp bağlama benzeri telli saza geçişin belgesi gibidir.

Dünyada hasılı varım Ceyhunî

Elimde bir çubuk bir de saz kaldı

diyen Ceyhunî’nin;

Ey âşık pîrine sıtk ile sarıl

Telli kitap olan sazın var mıdır

diyen Nevruz Bacı’nın sözleri sazın Tokat yöresi âşık edebiyatındaki önemini ve insan yaşamıyla ne denli kaynaştığını vurgulayan söylemlerdir. Âşıklara saz şairi denmesi de bundandır.

Tokat, âşıklar açısından çok şanslı ve zengindir çünkü, Anadolu’da yedi ulu ozandan biri sayılan Kul Himmet Tokatlıdır.

Özü İslamiyet ve binlerce yıllık Türk kültürü ile yoğrulmuş olan bir edebiyat anlayışı geleneğinden gelen Kul Himmet’in her şiiri insan sinesine dokunmadan, onu dost bağına götürmeden amacına ulaşmaz. Onun şiirleri milyonlarca yüreğin sesidir.

Dünya ile bir pazarlık eyledim
Ne virane ne hadrane ne kuldur
Seyranımda bir dükkâna uğradım
Ne çarşıdır ne bedesten ne haldir

gibi dizelerinde de dünyanın güvenilir bir yer olmadığı üzerine toplumsal eleştiride bulunmuştur.

16. Yüzyılda Anadolu kültürünün vazgeçilmez unsuru olan saz eşliğinde nefesleri, deyişleri ve semahlarıyla Tokat, kültür yapısına damga vurup yörenin âşıklar otağı olmasına katkı koymuştur.

Kul Himmet’in şiirleri mistik bir temele dayanır. Ölmeden önce ölme, yani yaşarken nefsi öldürme düşüncesi sıklıkla işlenir. Ölüm Hakk’a teslim olmak, Hakk’a yürümektir. “Her ne ararsan kendinde ara” düşüncesi egemendir. Hoşgörü dışa vurulan bir görünüş değil, yüreğin derinliklerinden gelen bir onaylama biçimidir. Âşıktaki bu tavır Tokat halkının ruh halinin genel yansımasıdır.

Tokatlı âşıklardan Kul Himmet’ten sonra bilinen en önemli âşıklardan biri 1712-1789 yılları arasında Zile’nin Çayır köyünde yaşamış Âşık Kul Yusuf’tur. Kul Yusuf;

Kalktı göç eyledi gönül kervanı

Göçtün gönül var inile bir zaman

Ayrılıkla geçti ömrüm devranı

Düştün gönül var inile bir zaman

gibi özgün ve rahat söyleyişlerle sazına ses vermiştir.

Âşık edebiyatında geleneğe bağlılığın en önemli unsurlarından biri usta çırak ilişkisidir.

Usta âşık saza ve söze yeteneği olan bir genci belli kurallar doğrultusunda seçer, ondaki saz ve söz yeteneğini dener, uygun görürse çırak edinir, mesleğin inceliklerini öğretip yanında gezdirir, bulunduğu saz ve söz meclislerine onu da sokar.

Uzun yıllar ustasına hizmet eden genç âşık, olgunlaşınca ustasının izni ile çalıp söylemeye, kendisine uygun görülen bir mahlasla kendi sanatını icra etmeye çalışır.

Zamanla bu gelenek zinciri içinde aynı tarzda söyleyen bir âşık grubu oluşur.

İşte usta-çırak geleneği içinde, birbiri ardınca yetişen âşıklar tarafından odak hüviyetindeki usta âşığa bağlılık duyarak, ona ait üslûp, dil, ayak, ezgi, konu ve anıları devam ettiren gruba âşık kolu denir.

Tokat bu konuda en şanslı bölgelerden biridir.

Âşık edebiyatının Emrah Kolu, Talibî Kolu ve Kemteri Kolu bu yörede oluşmuş önemli âşık kollarındandır.

Aşıklıkta yol vardır, erkân vardır. Bu gelenektir. Gelenek içinde yetişen usta âşıklar bu yola baş koymuş genç âşıkları yanlarına alarak yetiştirirler. Emrah, ustası Erbabî’den aldığı saz, söz ve belagatteki feyzini Anadolu’yu adım adım dolaşarak geliştirmiş, adına Emrah kolu denen âşık kolu oluşturmuştur.

Tokat’ta Nurî’yi ve Gedaî’yi kendisine çırak edinmiş, usta çırak geleneği içinde onları yetiştirmiştir. Bu geleneği yaşatırken de Niksar’a yerleşmiş ve Niksar’ı mesken edinmiş;

Yaram göz göz oldu durmasın azsın

Bir kâtip gerek ki derdimi yazsın

Bedrî Mecnun gibi bir zaman gezsin

Sürüsün zincirin sevdâ dağında

biçiminde özgün deyişleri olan Niksarlı Bedrî ve kareşi Cesurî gibi güçlü âşıklar Emrah’ın Niksar’a armağanı âşıklık geleneklerinin mirasıdır.

Tokat deyince akla ilk gelen âşık Emrah’ın en önemli çırağı Tokatlı Nurî olmasına karşın ne hikmetse Tokatlıların üzerinde durmadıkları kent merkezli en önemli âşık Nurî’dir.

Tokatlı Nurî, 19. yüzyıla damgasını vuran birkaç âşıktan biridir. Erzurumlu Emrah koluna mensup olan Nuri, başta oğlu Arif (Mururî) olmak üzere Ceyhunî, Tıflî, Enverî ve Gayretî'yi yetiştirmiştir.

Tokatlı Nurî hakkında Çankırı’da Çankırılı Ahmet Talat Onay 1933’te bir kitap hazırlamışken ondan haberi olmadan 1936 yılında M. Zeki Oral Ankara’da Tokatlı Âşık Nurî adlı bir kitap yayımlamıştır.

Âşık Nuri, Tokat’ın Kızılca mahallesinde 1820’de doğmuştur. Asıl adı Mahmut’tur. Gençliğinde saz çalmaya başlamış, Tokat’a gelen Erzurumlu Emrah’ın:

Emrah sana ilham ile mahlas dedi Nurî

Nurî gibi isminle müsemmâ olacaksın

deyişinde işaret edildiği gibi Nuri mahlasını Emrah’tan almıştır.1882’de Samsun’da vefat etmiştir. Tokatlı Nurî’ye kimileri ümmi diyerek yanılgıya düşmekteler.

Dil-rüba hüsnün gibi bir yahşi suret kimde var

Bu taravet böyle yüz böyle letafet kimde var

biçimindeki deyişleri ümmi bir kimsenin söyleyebilmesi mümkün değildir.

Yazarın Diğer Yazıları