Kalite
Şimon Peres: “Hamas son dört yılda İsrail topraklarına 5500 adet roket, 4000 havan mermisi attı. İstanbul’a her gün 100 roket atılsa siz ne yapardınız?”
Tayyip Erdoğan: “Sesin çok yüksek çıkıyor. Benden yaşlısın. Biliyorum ki sesinin benden çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir. Benim sesim bu kadar çok yüksek çıkmayacak. Bunu böyle bilesin. Öldürmeye gelince, siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz.”
İnsaf ile bakılsın; burada nazik olmayan kimdir? Biri, sesini yükselterek “Ne yapardınız?” diye soruyor. Diğerinin söylediklerini yukarıda görüyorsunuz. Yukarıda gördüğünüz sözleri, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı bir kabile reisi değildir” diyen Tayyip Erdoğan söylüyor. Bir kabile reisi neler söylerdi acaba? Bir kabile reisi “sesiniz” mi derdi, “sesin” mi derdi? “Yaşlısınız” mı derdi, “yaşlısın” mı derdi? Veya kabile reisi olmayan biri, karşısındaki devlet adamına “sen yaşlısın” der miydi? “Bunu böyle bilesin” der miydi? Başbakan Tayyip Erdoğan aynı Erdoğan. “Ananı al da git” diyen, “asker ocağı yan yatma yeri değildir” diyen Erdoğan. Karşısındakinin kim olduğu fark etmiyor. Bir ülkenin cumhurbaşkanı da olabilir; herhangi bir Türk vatandaşı da. Birçok örnekle sabit olmuştur ki üslûp budur ve bu üslûp değişeceğe de hiç benzemiyor.
* * *
Her şey ama her şey kültür ve kaliteye bağlı. Kültürlü insanın konuşmasında Akif’in şiirleri anlam kazanır; kültürsüz insanın ağzında ise bütün anlamını kaybeder. Kültürlü ve kaliteli insan, yürüyüşünden, konuşmasından, jest ve mimiklerinden belli olur. Maalesef toplum olarak gittikçe seviye kaybediyoruz. Nezih ve zekâ ürünü espriler yerine belden aşağı, kaba sözlere gülüyoruz. Yüzünü kıl kaplamış tuhaf bir adamın, ağzını ve yüzünü eğip bükerek konuşmasına gülüyoruz. Doğrusu televizyonlardaki bazı programları, film ve reklamları ben komedi olarak nitelemek yerine işkence olarak nitelemeyi tercih ediyorum. Beyazıt Camii önündeki meydanda dolaşmak bir işkencedir. Gazi Üniversitesi’nin bilim enstitülerinin çevresindeki sokaklarda dolaşmak bir işkencedir. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne giderken demiryolu köprüsünün altından geçmek bir işkencedir. En büyük üniversitelerimizin çevreleri ses ve görüntü kirliliği içindedir ve insanlarımız bundan rahatsız olmamaktadır. O tuhaf yüzlü, tuhaf kılıklı insanların “Yavuz geliyor, Yavuz” diye bağırmaları da farklı değildir. Kalitenin ne demek olduğunu daha somut olarak görmek isteyenler, 1930’larda İstanbul Ünivesitesi öğrencilerinin yaptıkları nümayişlerin fotoğraflarına baksınlar. Adnan Menderes’in konuşmalarıyla bugünkünü karşılaştırmak da bir fikir verebilir.
Okuyucular, benim çok eskilerde kaldığımı düşünebilirler. Fakat ben kalite ile Türkiye’nin bugünkü durumu arasında tam bir paralellik ve hatta tam bir sebep-sonuç ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Eğer kaldıysa okullarımızda kalite istiyorum. Çarşımızda, pazarımızda, insanlarımızın kılık kıyafetinde sinemamızda, televizyonumuzda, basınımızda kalite istiyorum. Toplum önderlerinin konuşma ve davranışlarında kalite istiyorum.
* * *
Tekrar Davos’a döneyim; fakat ben, birçok yazarımızın haklı olarak sorduğu gibi “askerimizin başına çuval geçirilirken, Irak’ta milyonlarca insan ölürken, hatta PKK tarafından askerlerimiz şehit edilirken neredeydiniz sayın Başbakan” diye sormayayım. Davos’tan iki gün önce Başbakan “Türkiye’de 50 bin kaçak Ermeni çalışıyor, Ermenistan’la ilişkileri yumuşak tutmak için biz onlara göz yumuyoruz” dedi. Davos’ta Ermenistan Cumhurbaşkanı’yla görüştü. Şimdi de Babacan Ermenistan’a gidiyor. Kaçak işçiye bile bile göz yummak suçtur; ama bunu bir yana bırakalım. Türkiye Ermenistan’a birtakım tavizler vermeye mi hazırlanıyor? Amerikan Kongresi’nden de soykırım kararı çıkarsa çıksın diye mi düşünüyor? Bu sebeple de Başbakan, Yahudi lobisine de ihtiyacımız kalmadı; o hâlde iç kamuoyuna dönük gösterimizi de rahatça yapabiliriz, düşüncesiyle mi hareket ediyor? Bu da benim komplo teorim olsun.