İşte öğretmen manzaramız
Hangi yüzyıl olursa olsun, hepsinin temelinde insan ve insanın niteliği, kalitesi vardır. Gelecek yüzyılların hayalini de gene insanlar kurar.
Öyle ise?
Gelecek tasarımı için ilk yapacağımız şey, insan odaklı olmalı değil mi?
Evet!
Peki, bunun yolu nereden geçer?
Eğitimden.
Madem oradan geçiyor, öyle ise bakalım eğitime.
Öğretimin (okulda verilen eğitimin), uzman kişisi, iyi yetişmiş öğretmenlerdir.
Doğru mu?
Doğru.
Hâlihazırda içinde bulunduğumuz süreçte öğretmenler savrulmuş durumda. Daha şimdi şu an; "ayrımcılık istemiyoruz" diye haykırmaktalar. Kuvvetli bir itiraz sesi var.
Kim duyup işitiyor.
Hiç kimse.
Çünkü iktidar, dayatmaları, ben yaptım oldu, yönetim anlayışını seviyor.
"Öğretmenlik Meslek Kanunu bizi bölüyor" diyen tüm sendikaların karşısına polisi dikiyorlar. Demokrasinin insanlara, gruplara ve kitlelere verdiği itiraz hakkının önüne set çekiyorlar. Bir taraftan da hepimize "Türkiye Yüzyılı" diye gelecek vadinden söz ediyorlar.
Mahkeme kararlarını dikkate almayıp, dozeri, kepçeyi Rize''nin İkizdere vadilerine sürdükleri gibi, İstanbul''un göbeğinde, mahkemenin ara kararına rağmen bu kararı umursamayıp, ortalığı yerle bir ettikleri gibi, eğitimin onca sorununa da duyarsız kalıp etkisiz eleman rolü oynuyorlar.
Maalesef Türkiye''de memur sendikalarının önemli bir kısmı, üyelerinden çok, siyasal çıkarını ve çıkara dayalı ideolojik bağını düşünüyor. Böylece sendikalaşma sorunu kendiliğinden belirginleşmiş oluyor. Öğretmen sendikalarından bazılarının eğitim sorunlarına duyarsız kaldığı da bir gerçek.
Eğitimin bir diğer derdi de, öğretmenleri ücretlendirmedir. Özel okullar ve onların sahipleri ya da yönetim kurulları, eğitici personeli eziyor. Okulların, standart iş gücü kurallarını, mesai ve ücretlendirme kurallarını yok sayıyor.
Öğretmenin, okul (iş) mesaisi ders saati ile sınırlıdır.
Öyle değil mi?
Evet.
Lakin özel okullara göre öyle değildir. Madem maaş veriyorlar öyle ise geç saatlere kadar mesai ücreti ödemeden çalıştırabilirler. Bunu kendilerinin hakkı ve yetkisi olarak görmekteler. Verdikleri maaş da devlet okullarına denk değil.
Şaşırtıcı, ama bir diğer gerçek de nedir biliyor musunuz?
Millî Eğitim Bakanlığı yöneticileri (en tepeden en alt yetkiliye kadar), okulların ihtiyacı olan öğretmen açığını yeterli sayıda eleman alarak kapatmıyor.
Ya ne yapıyor?
Ücretli öğretmen alıyor.
Bu öğretmen, ek ders ücreti üzerinden fiyatlandırılarak maaş alabiliyor. Bir ders ücreti, orta öğretim ilköğretim, mesleki eğitim olan olmayan çeşitliliği içinde 39-40 TL. Nerede çalışıyor olursa olsun, öğretmen en fazla haftada 32 saat derse girebilir. Kadrosuzluğun ekonomisinin yanında bir de psikolojisi var.
Kendi kategorisinde dolgun maaşla çalışan kesim, geçici ek dersle çalışanları küçümsüyor. Bu manzaraya da insanın kötülüğü, çirkin yüzü denir. Ve siz bunu hissederek derse giriyorsunuz.
Yetmiyor, mevsimlik işçi gibisiniz. Okullar tatile girince maaşınız yok.
Peki, bu fotoğrafta hangi manzara görülüyor?
Mutlu öğretmenler, mutsuz öğretmenler, ezen ve ezilen öğretmenler. Kim yarattı bu manzarayı? Hepimize milletçe, "Türkiye Yüzyılı" vaat etmekle övünenler. Anayasayı değiştirip, Türkiye''yi güya demokratikleştirecek olanlar.
Ne yazık ki bu çarpıklığı savunan öğretmenler var. Bu düzeni yaratanlara hâlâ inatla inanmaya devam ediyor. Bu da siyasallaşmanın insanı götürdüğü yerdir.