Irak'ın "Musul vilayeti" korkusu!
Başbakan Binali Yıldırım, Irak Meclisi'nin Başika'daki Türk kuvvetlerinden dolayı Türkiye'yi işgalci olarak suçlaması üzerine "Türkiye ile 350 kilometreden fazla hududu olan ve 30-35 senedir ülkemizin başını ağrıtan PKK terör örgütünün barındığı Irak'ta, Irak merkezi yönetimi, bugüne kadar hiçbir tedbir almazken ve 63 değişik ülkeden burada terörle, DEAŞ'la mücadele adıyla askeri unsurlar bulunurken bütün bunları bir kenara bırakıp Türkiye'nin oradaki varlığına takılması abesle iştigaldir" dedi...
Gerçekten de Irak'ta 63 ülkeden askeri unsur bulunurken, Irak neden Türk askerinden şikâyetçi oluyor? Görünürdeki sebebi Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş hatırlattı. Kurtulmuş, "Başika meselesinde biliyorsunuz başından itibaren Kuzey Irak'taki yerel yönetimin, Barzani yönetiminin de Türkiye'deki Türk birliklerinden özellikle yerel güçlerin Musul'u kurtarmak için eğitilmesi konusunda destek istediği, yardım istediği de açıktır" dedi.
"Türkiye, hak iddia edebilir"
Türkiye, bölgesel yönetimin davetini, meşruiyet gerekçesi olarak kullanıyor.
Bağdat ise Türkiye'nin, Kerkük-Musul'u kendisine bağlamasından korkuyor! Osmanlı dönemindeki Musul Vilayeti, bilindiği gibi Musul, Kerkük, Erbil ve Selahaddin şehirleri dahil bugünkü Kuzey Irak'ın tümünü kapsıyordu.
Irak'ta Türkiye'nin uluslararası antlaşmalardan doğan hakları var. Bu hakları 10 yıl önce Hasan Ünal gündeme getirmiş ve "Irak devletinin üniter yapısının bozulması ve ortadan kalkması durumunda, Türkiye, Musul Vilayeti'nde hak iddia edebilir" demişti.
Ünal, 1926 yılında imzalanan İstanbul Antlaşması'nın bu şekilde yorumlanabileceğini belirtmişti.
İstanbul Antlaşması'nda, "Burada (Musul'da) yaşayan Türk nüfusun hakkı gasp edilmeyecek, ayrıca 25 yıl boyunca Irak'ın tümünün petrol, doğal gaz ve bunlara dayalı türevlerin ve bunlara dayalı sanayinin toplam gelirinin devlet hakkı olan bölümünün yüzde 10'unu Türkiye alacaktır" gibi maddeler vardı.
Nüfus yapısı değiştiriliyor!
Yıldırım'ın, bölgedeki Türk askerinin varlığını "bölgedeki demografik yapının zorla değiştirilmemesi, daha fazla insanlık dramının yaşanmaması, daha fazla kan akmaması ve bölgedeki oldubittilerin önüne geçilmesi" gerekçelerine bağladığını da gözden kaçırmamak gerekir. Bölgedeki nüfus yapısının zorla değiştirilmesi, Türk nüfusun hakkının gasp edilmesi, zaten İstanbul Antlaşması'ndan doğan bir müdahale gerekçesidir. Suriye ve Irak'taki kriz, sadece bu ülkelerin değil Türkiye'nin de demografik yapısını değiştirmiş durumdadır.
Tabii şimdi, ABD, bir taraftan Fırat üzerindeki köprüleri yıkarak Suriye ordusunun ikmal yollarını keser ve IŞİD'i koruması altında tutarken, diğer taraftan Türkiye'yi daha sıcak bir savaşın içine sokarak, Suriye ve Rusya'ya karşı kullanmak istiyor. Fakat tam bu gelişmeler sırasında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile telefon görüşmesi yapması, Türkiye'nin bu tuzağa düşmeyeceğine dair bir umut oluşturuyor.
Etnik yapıların temsili mi?
Binali Yıldırım, "Suriye'nin normale dönmesi için işin bir yerinden başlamış bulunuyoruz. Diğer ülkelerin de aynı şekilde bir an önce terör gruplarını ortadan kaldırarak Suriye'nin toprak bütünlüğünü koruyacak şekilde, bütün etnik yapıların birlikte yaşayacağı, herkesin temsil edileceği bir yönetime ulaşması, kavuşması için gerekli sorumluluğu yerine getirmesini bekliyoruz" ifadelerini de kullandı.
Oysa modern bir devlette "etnik yapıların temsili" diye bir kural olamaz. Böyle bir kuralı kabul etmek, halkı ve uzun vadede milleti bölmektir. Yıldırım, Türkiye için "tek millet" derken Suriye veya Irak için etnik yapıların temsil edilmesini isteyerek çelişkiye düşmüş olmuyor mu? Bu da Türkiye'nin çelişkisi değil mi?