İddianamede "sayın" denilir mi?
FETÖ ile ilgili davalarla ilgilenen herkesin merakla beklediği ve "Akıncı üssü davası" diye anılan davanın iddianamesi kabul edildi, duruşmalara 1 Ağustos Salı günü başlanacak.
Sanıklardan bazıları da yargılandıkları diğer davalarda Akıncı üssü davasında daha ayrıntılı konuşacaklarını söylüyordu.
Bu sebeplerle ben de iddianameye bir göz atayım dedim. 4 bin 658 sayfanın tamamını okumak, bir köşe yazısı hazırlığı için kullanılan sürede mümkün değil. Günde 465 sayfa okusanız, 10 gün sürer!
Bu sebeple, iddianamenin hemen herkesin malumu olan olayların anlatımı ile ilgili bölümlerine, bilgisayardaki akış hızına göre göz attım.
"Müştekiler" sayılırken girişte aynen şu ifadeler var:
"1-) Recep Tayyip Erdoğan: Sayın Cumhurbaşkanı.
2-) İsmail Kahraman, Sayın Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı.
3-)Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı.
4-) Bekir Bozdağ: Sayın Adalet Bakanı".
Görüldüğü gibi Binali Yıldırım, kişisel olarak müştekiler arasında değil. Başbakanlık kurum olarak şikâyetçi konumunda.
Diğer taraftan ister sanık olsun ister müdahil, kanun önünde herkes eşittir. Bu itibarla, iddianamelerde adı geçen kişi kim olursa olsun, hiç kimseden "sayın" diye bahsedilemez. Yoksa kanun önünde eşitliğin hiçbir anlamı kalmaz.
***
İddianamenin "Darbeye Hazırlık Faaliyetleri" başlıklı bölümünün girişinde de şu ifadeler var:
"Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 6. maddesinde düzenlenen 'egemenlik kayıtsız şartsız milletindir' kuralını hazmedememiş üst aklın, taşeronları vasıtasıyla, 2013 yılının bahar ve yaz aylarında İstanbul Gezi Parkı'nda ağaçların kesilmesini bahane edip sokak eylemleri gerçekleştirerek, milletin bağımsız yargı kontrolünde hür ve özgür seçimler ile seçtiği yönetimi değiştirmeye teşebbüs ettiği, bu eylemler ile milletin seçtiği idarecileri değiştiremeyen üst aklın; 17-25 Aralık sürecinde bir başka taşeronu olan FETÖ-PYD terör örgütünün emniyet ve yargı kurumları içerisindeki elemanlarını kullanmak suretiyle; milletin seçtiği yöneticileri değiştirmeye yeniden teşebbüs ettiği anlaşılmıştır."
Oysa sona eren Gezi Parkı ana davasının iddianamesinde, 7'si yabancı uyruklu 255 sanık, "2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet", "görevi yaptırmamak için direnme", "kamu görevini usulsüz üstlenme", "kamu malına zarar verme", "özel kıyafetleri usulsüz kullanma", "suçluyu kayırma", "ibadethaneyi kirletmek suretiyle zarar verme" gibi suçlardan yargılandı. Yönetimi yasa dışı yollardan değiştirmeye kalkıştıklarına dair bir suçlama yapılmadı.
Bir de ceza hukuku somut verilerle, delillerle hareket eder. "Üst akıl" diye somut bir kurum yoktur. Bu bir siyasi yorumdur. Hukuk metinlerinde, özellikle iddianamelerde siyasi yorum yapılmamalıdır. Gezi Parkı eylemlerinin arkasında, Türkiye hükümetini düşürmeyi hedefleyen bir siyasi organizasyon, bir istihbarat kuruluşu veya bir devlet varsa, bu ciddi bir suçlamadır. Dolayısıyla suçlama somut delillerle ortaya konulmalı ve dava açılmalıydı. Gezi Parkı eylemleriyle FETÖ arasında bir ilişki varsa bu da somut delillerle ortaya konulmalıydı.
***
Yine giriş bölümünde, soruşturmanın konusu ve kapsamı açıklanırken "Terör örgütü FETÖ/PDY'ye değil; devletine, milletine, vatanına ve bayrağına bağlı; cumhuriyete, demokrasiye, hukuka ve yasalara uygun olarak görevini yapan Türk Silâhlı Kuvvetleri personelinin soruşturmanın konusu ve kapsamı dışında olduğu anlaşılmıştır." deniliyor.
Buna niçin gerek duyuldu anlayamadım! Herhalde Ergenekon, Balyoz ve Casusluk davaları kastedildi!
Öyle ya, bu davalarda, FETÖ kullanılarak, devletine, milletine, vatanına ve bayrağına bağlı; cumhuriyete, demokrasiye, hukuka ve yasalara uygun olarak görevini yapan Türk Silâhlı Kuvvetleri personeline kumpas kurulmadı mı?