Hükümet aklı, devlet aklı.
Yönetim bilimlerinde yeni bir örgüt (teşkilat) felsefesi var: “Öğrenen örgüt” diye. Bu ne demek biliyor musunuz? İster işletme, ister dernek veya bir devlet kurumu olsun, öğrenen örgüt olursa, örgütün özgeçmişi, onun hafızası olur ve öğrendiklerini unutmaz demek. Unutmadığı için de çok daha az yanlış yapar demek.
Güvenlik güçleri için terörle mücadele geçmişi, aynı zamanda elde ettiği tecrübeleri unutmayıp, sürekli hatırlayarak, stratejisini buna göre yapması ve böylece çok daha az, mümkünse hiç hata yapmaması demektir. Tecrübe sadece yaşayana ders verir. Öğrenen örgüt, tecrübeyi yaşayanlar emekli olup gitse bile onun tecrübelerini yeni kuşaklara öğreten örgüt modelidir. Böylece her kuşağın tecrübelerinden ders çıkarır.
Tüm örgütler (teşkilatlar-organizasyonlar), rutine takılıp kaldıklarında, kendilerini geliştirmediklerinde yerlerinde sayar, ilerleyenlerin gerisine düşerler. Bu durum, en büyük örgüt olan devletler için de geçerlidir.
Öyle ise, temel strateji bellidir: Sürekli gelişme, sürekli iyileşme ve sürekli ilerleme. Gelişir ve geliştirirseniz, yeni gelişmeleri vakit geçirmeden anında transfer edip kendinize uyarlarsanız geride kalmazsınız.
Bütün bu açıklamaları, az sonra anlatacağım konuyu anlaşılır kılmak için yaptım. Anlatacağım asıl konu, geçmişinden ders almayan, öğrenen örgüt olmayı ısrarla reddeden siyasal yönetimin bizi (Türkiye’yi) sürüklediği durumlardır.
Kürtçülükle yeni karşılaşmıyoruz biz.
Tarikatçı Kürtçülükle de, siyasal Kürtçülükle de ilk defa cumhuriyetle birlikte karşılaşmadık. İsyanları ilk defa görmüyoruz. Ekonomik krizleri, devletin borca sokulmasını, orduya siyaset sokulunca neler olduğunu ilk defa görmüyoruz. Önümüzde koskoca “Balkan faciası” örneği ve tecrübesi var.
Mesela, bir tarikat hareketi olarak ortaya çıkan Barzanilerin şimdi, şu an Irak devletiyle çarpışa çarpışa nereye geldiğini hem biliyor ve hem de gözlemliyoruz. Aynı tarikatın 1879’da Şemdinli’de (=eski adı Nehri) hâkim Şeyh Ubeydullah’ın, bölgede kendilerinin çıkardığı isyanı ve karmaşayı önlemek üzere görevlendirilen Türk askerine karşı oğlu Abdülkadir’i baskına gönderdiğini, tarihin seyir defteri yazmıyor mu?
Aynı Abdülkadir’in babasının yerine şeyh olduktan sonra gene tarikatın önderi olarak 1925’de Şeyh Said’in yayında yine Türk Ordusuna karşı savaştığını ve sonrasında idam edildiğini ne çabuk unuttuk.
Yoksa unutmadık da gaflet içinde miyiz?
Osmanlı geçmişimizdeki gibi, birileri, gene devlet ve millet için uykusuz kalırken, bir kısmı da ataları gibi gene devleti ele geçirme ve iktidarını sürekli kılma peşinde mi?
Hangisi?
İçinde bulunduğumuz süreçte terör, ana siyasetin hem gündemi, hem öznesi haline getirildi. Terör nedeniyle ister istemez ortaya çıkan güvenlikçi yaklaşımlar, beraberinde siyasetin de güvenlik üzerinden yürütülmesini sağladı. En başından beri siyasi kariyerini ötekileştirmek ve böylece düşmanlaştırmak üzerine kurak iktidar, milli birlikçi olmayı ve böyle bir görüntü vermeyi sevmiyor. Onun bu stratejisi, terörün ortaya çıkardığı toplum üzerindeki olumsuz atmosferi, güvenlik ve millilik üzerinden siyasi rakiplerine kolayca suçlama yöneltip aradan sıyrılmasına neden oluyor. Böylece terör, siyasi sonuçların bir bakıma belirleyicisi olmuş oluyor.
Hâlbuki İktidarın yönettiği Suriye politikasının Türkiye’nin geleceğine yönelik çok vahim ve çok ağır sonuçları var ve bunu konuşamıyoruz. Suriye’nin toprak bütünlüğünün bozulması, siyasi birliğinin ortadan kalmasının yansımalarını Türkiye’de görmekteyiz. Aynı şekilde Esat yönetiminin ülkesine hâkim olmamayışının beraberinde getirdiği, Türkiye’yi tehdit eden sonuçları var. Çünkü orada bir Kürt özerk bölgesi inşa edilmekte ve hedefinde Türkiye toprakları var. Büyük Orta Doğu politikalarına destek veren hükümet, ABD’ye verebileceği en büyük tavizle, Türkiye’yi hem ekonomik, hem milli güvenlik ve hem de demografik (göçle), ağır bir yükün altına soktu.
Geldiğimiz noktada, bunca olaylar yaşanırken sanki devlet aklı yokmuş gibiydi. Şimdi var mı varsa ne kadar var bilmiyoruz. Ayrıca devlet aklı kimin aklı onu da bilmiyoruz.
Hükümet aklı yerine devlet aklı olmuş olsaydı, öğrenen örgüt pratiğinin izlerini görürdük.
Ders alan yok.