Hak arayanı dövüyorlar

Kim hak arıyor, sesini hükûmete duyurmak istiyorsa polis gönderip dövüyorlar.

Maden ocaklarına tepki gösteriyor, “Zeytinliklerimizi kesmeyin. Suyumuzu, havamızı kirletiyor, karşıyız” diye toplanan köylülerin üzerine jandarmaları gönderiyorlar. Yaşlı kadınlar, ağaca sarılıyor, yerlerde sürükleniyor.

Niçin?

En son özel okullarda çalışan öğretmenleri dövdüler.

İnsanlar; “açım, eşit işe eşit ücret istiyoruz. Bu maaş asgari ücretin bile altında” diyor, gönderdikleri polis “Yasak, burada toplanamazsınız, dağılın” diye copluyor.

Her gün bu ve buna benzer olayları görüp izliyoruz.

Sonra bir bakıyorsunuz, Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşma yapıyor; “Cumhuriyetimizin 100. yılının darbe anayasasıyla geçirilmesi siyaset kurumu adına büyük bir mahcubiyet kaynağıdır. Sırf birilerinin konforu bozulmasın diye bu utancı milletimize daha fazla yaşatamayız.”

Güler misiniz, ağlar mısınız?

Bu ve benzeri diğer insanlar, “darbe anayasası” denilen 1982 Anayasası’nın kişilere tanıdığı hakları kullanamıyor. Buna izin vermeyenler, Anayasayı eksik gördüklerini söyleyerek, “bu utancı milletimize daha fazla yaşatamayız” gerekçesiyle yenisini istiyor. Hâlbuki göreve başlarken “anayasaya uyacağıma” diye başlayan cümle kurarak yemin etmişlerdi.

Kişisel haklar bağlamında, özellikle özel sektör çalışanı öğretmenlere görülen reva, eğitim-toplum- siyaset ilişkisinde, yönetenlerin, öğretime verdiği değeri gösteriyor. Öğretmenleri yerde sürükleyerek, eğitimde (terbiyede) sınıf atlamak mümkün mü?

Kaldı ki o öğretmenler, haksız değiller.

“Eşit işe eşit ücret” uluslararası bir çalışma kuralıdır. Bu eşitlik kurulamamışsa, uluslararası çalışma standartlarına uyulmadığını gösterir. Öğretmene karşı uygulanan şiddet, öğretmenlik meslek saygınlığına yapılan bir saldırıdır.

İktidar; ekonomiyi bozup, çalışanların haklarını verecek bir düzen kurmadığı için, öğretmenler hakkını aradı diye, sopa mı yemeli?

Bütün bunlardan sonra hangi ideal anayasayı yapacağız da ona harfiyen uyacağız?

Bu anlayışla mümkün değil.

Kaldı ki, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin kendisi, bizzat kriz üreten, demokrasiyi zora sokan, özgürlükleri kısıtlayan bir yönetim biçimi olarak uygulanıyor. Bu yönetim şekliyle hukukun üstünlüğüne dayalı, gerçekçi bir kuvvetler ayrılığı kurmak mümkün mü?

Onu da bırakın “Anayasa yapalım” dedikten sonra ortaya konulan, yasalara, kurallara, iktidar-muhalefet ilişkilerine bakalım.

Yumuşama denildikten sonra iktidar ve çevresi hangi adımları attı? Yumuşayacağımızı gösteren bir davranış ortaya koydu mu?

Hayır!

Emrivakiler sürüyor.

Cinayet dosyaları apaçık ortada.

Siyasi cinayetler, çözülecekmiş gibi yürütülmüyor.

Mafya siyaset-emniyet ilişkisi kördüğüm.

Yine, devlet kurumları, iktidarın çiftliği gibi kullanılıyor.

Yine savurganlık sürüyor.

Yine ülkenin mali kaynakları, yol, köprü şehir hastaneleri gibi kara delik haline gelen kişi ve şirketlere aktarılıyor.

Yine Anayasa Mahkemesi kararları uygulanacak diye bekliyor.

Yine hak aramak isteyenlerin önü, kamu gücü tarafından kesiliyor.

Yine işçilerin en doğal hakkı olan sendikalaşma hakları bahane edilerek işten kovuluyor.

Yine, 20-30 bıçak darbesiyle kadınları bıçaklayanlar, evine giderken, bıçaklanan kadınlar ya ölüyor veyahut hastanede can çekişiyor.

Yine okula gidip öğretmenlere saldıranlar, elini kolunu sallayarak, evlerine dönüyor ve konforundan bir şey kayıp etmiyor.

Yine siyasi davalarda mahkemeler güven vermiyor.

Yine iktidarın güçlü adamları, kanunları arkadan dolanabiliyor.

Kısaca her şey eskisi gibi.

İktidar mensupları istedikleri kadar; “Cumhuriyetimizin 100. yılının darbe anayasasıyla geçirilmesi siyaset kurumu adına büyük bir mahcubiyet kaynağıdır” desin. Asıl sorun, darbe anayasasında değil. Asıl sorun, bizzat iktidarın kendisinde. Bizzat onun siyasal zihniyet ve felsefesinde. Önce kendilerini düzeltecek adımları atsalar da görsek.

Yazarın Diğer Yazıları