Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Coşkun ÇOKYİĞİT
Coşkun ÇOKYİĞİT

Filistinli Ali: Yüzyıl Sürse de Kazanacağız!

Yönetmen Steven Spielberg'in filmi Münih (Munich, 2005), Filistin-İsrail sorununu gerçek olaylardan yola çıkarak anlatan ve tam da şimdi hatırlanması gereken filmlerden. Tıpkı Akbabanın Üç Günü (Three Days of the Condor, 1975) gibi…

Spielberg, Münih filminde sinemada eski ustalarca neredeyse “sanat sanat içindir” yaklaşımıyla yaratılan pek çok öğeyi (Mesela Alfred Hitchcock’un masa altındaki bombası gibi) hayat pratiği bağlamına ekleyerek birer etik-felsefi seviyeye çeker.

yasli11.jpg

Diğer taraftan hikâyenin özü bağlamında hem Arap ve Yahudi bakış açılarının, hem de filmin başkahramanı Avner’in (Eric Bana) dönüşümüyle ortaya çıkacak üçüncü bakış açısını büyük ustalıkla dile getirir. Böylece filmini özgün bir görsel işitsel anlatıya dönüştürürken hikâyesinin katmanlarını ahlâki-felsefi sorunsallar olarak aktarır.

Filmin pek çok yerinde hiçbir ikinci anlamaya yer vermeyecek konuşmalar yapılır: bunlar doğrudan seyircinin beynine çivilenmek içindir. Münih’in bir başka özelliği, söylenenden çok “söy-le-ni-le-me-ye-ni” aklı başında seyirciye derinden “duyurmasıdır”

(Final sahnesinde Avner ile Ephraim’in (Geoffrey Rush) konuşmasındaki gibi: Avner: Bu gece evime yemeğe gel. Hadi. Sen Yahudi’sin, yabancısın. Gelip ekmeğimi bölüşmeni istiyorum benimle. Ephraim, ekmeğini bölüş benimle!

Ephraim: Olmaz!).

Münih’in en önemli sahnelerinden biri Filistinlileri avlamaya görevli İsrailli katillerle Filistinli bir grubun, Yunanistan’da aynı “güvenli ev”de pişti oldukları sahnedir. İsrailli suikastçılar kimliklerini gizler. Suikast timinin baş tetikçisi Avner ile Filistinli Ali (Omar Metwally) arasında şu konuşma geçer:

Ali: Arap devletleri, er geç İsrail’e karşı çıkacak. Filistinlilerden hoşlanmıyorlar ama Yahudilerden de nefret ediyorlar. 1967’deki gibi olmayacak. Bütün dünya, İsraillilerin bize yaptıklarını görecek. Mısırla Suriye saldırdığında yardım etmeyecekler. Ürdün bile. İsrail tarihe karışacak.

Avner: Bu bir hayal. Asla sizin olmamış bir ülkeyi geri alamazsınız.

Ali: Yahudi gibi konuşuyorsun.

Avner: Hadi oradan. Zaten bildiğin şeyi söyleyen, kafanın içindeki sesim ben. Senin ve halkının pazarlık edecek hiçbir şeyi yok. O toprakları asla geri alamayacaksınız. Hepiniz mülteci kamplarında Filistin’i bekleyen yaşlı adamlar olarak öleceksiniz.

Ali: Bir sürü çocuğum var. Onların da çocukları olacak. Yani sonsuza kadar bekleyebiliriz. Gerekirse tüm dünyayı Yahudiler için yaşanamaz bir yere çevirebiliriz.

Avner: Siz Yahudileri öldürdükçe dünya onlar için üzülüyor ve sizin hayvan olduğunuzu düşünüyor.

Ali: Evet. Fakat o zaman dünya bizi nasıl hayvana çevirdiklerini de görecek. Kafeslerimizdeki şartları sorgulamaya başlayacak.

Avner: Siz Arapsınız. Araplar için bir sürü yer var.

Ali: Sen Yahudi sempatizanısın. Siz bütün Almanlar, İsrail’e karşı fazla yumuşaksınız. Evet, bize para veriyorsunuz ama Hitler yüzünden suçluluk duyuyorsunuz. Yahudiler de bu suçu istismar ediyor. Benim babam hiçbir Yahudi’yi gazla zehirlemedi.

Avner: Söyle bana Ali.

Ali: Neyi?

Avner: Gerçekten de babanın zeytin ağaçlarını mı özlüyorsun? Gerçekten de geri almak zorunda olduğunu mu düşünüyorsun o yoksunluğu? Kurak topraklarla taştan evleri. Çocukların için istediğin sahiden bu mudur?

Ali: Kesinlikle öyle. Yüz yıl sürecek belki ama biz kazanacağız. Yahudilerin kendi ülkelerini almaları ne kadar sürmüştü? Bir vatanın olması ne demek bilmiyorsun sen. (…)

Biz ulus olmak istiyoruz. Vatan her şey demek.

Akbabanın Üç Günü ve Münih filmlerini bütün okuyanlarıma şiddetle tavsie ediyorum. Günümzde yaşadıklarımıza dair iki spot!

Natürel Rezonans

Birazda günümüze döneyim: Yapıcısı ve senaristi olduğum İçimdeki Hazine (2018) filminin İngilizce altyazılarını hazırlayan Begüm Berber’in Antalya Arkeoloji Müzesinde açılan "Natürel Rezonans" isimli serginin küratörü olduğunu okuyunca sevindim. Yeni neslin on parmağında on marifet var. "Açık edisyonlu baskılar, kâğıt ve tuval üzerine uygulanan bitki resimleri ve portreler, bilimsel bitki ressamı İnsel Kanca’nın bitki resimlerine duyduğu merakla ortaya çıkmış. Küratör Berber’in böyle bir sergiyi hayata geçirmekteki motivasyonunu merak ettim o da anlattı:

“Natürel Rezonans küratörlüğünü üstlendiğim ilk sergi. İnsel Kanca’ya ait Eserlerin büyük çoğunluğunu oluşturan bilimsel bitki resimleri Antalya’da düzenlenen sergilerde görmeye alışkın olduğumuz resimler değil.

Doğayı yüzyıllar önce keşfedip, onun karşısında üstün olmaya çalıştık. Doğanın sesini kısıtladıkça insan olmanın sadeliğinden uzaklaştık. Toplumu bir manzara resmi olarak düşünelim, manzaranın içinde duyulan sesler farklı tek başımıza kaldığımda duyduğumuz ses farklı olacaktır. Bitki resimleri de manzara içinden alınarak, kendi başlarına zenginliklerini gösteriyor. Hepsi kendine özgü, tıpkı hepimizin olduğu gibi. Birlikte çalıştığım sanatçı İnsel Kanca’da her varlığın bir titreşimi, bir enerjisi olduğu fikrinden yola çıkarak sergiyi rezonans çevresinde şekillendirmek istediğini söyledi. Yine de toplumsal bir yana dönüp Alman sosyolog Hartmut Rosa’nın yabancılaşmanın ötekisi olarak tanımladığı Rezonans kavramını ele aldık. Buna göre, insanın en temel yetisi ve ihtiyacı kendi ve çevresiyle sağlıklı bir diyalog kurmak. Doğa da modern toplumda rezonans için güçlü bir anahtar.”

whatsapp-gorsel-2023-10-19-saat-20-46-23-9f936837.jpg

begumberberptr.jpg

Yazarın Diğer Yazıları