Ergenekon’un asıl hedefi ortaya çıktı!
Gazetecilik temel olarak haberciliktir. Bir gazetecide bulunması şart olan melekelerden biri, fikri takiptir. Bu itibarla bir gelişme meydana geldiği zaman, bunun önceki olay ve durumlarla ilişkisini ortaya koymadan verilen haber eksik kalır. Tabii eksik habere dayalı yorumların da hiçbir anlamı olmaz.
Hrant Dink cinayetinden mahkûm olan Ogün Samast’ın Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer ile ilgili son itirafları; Yılmazer’in ulusalcı faaliyetleri takip etmek üzere yasa dışı olarak 2006 yılında kurulan C-5 adlı birimi yönettiğini itiraf etmesi, fikri takip içinde ele alınırsa, olayların perde arkası büyük ölçüde çözülür.
***
Bu birim kurulduğu zaman, basında bir haber çıkmıştı. Milliyet’te Tolga Şardan imzalı haberde, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne ulusalcılığı tehdit kapsamında ve Terörle Mücadele ve Harekât Dairesi Başkanlığı’nın faaliyet alanı içinde gösteren bir brifing sunulduğu belirtiliyordu.
Dolayısıyla kurulan birimin, Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk gibi iddianamelere suç ve suçlu taşımakla görevli olduğu şimdi daha net anlaşılıyor.
Biz o zamanlar, “Hrant Dink cinayeti, Türkiye’nin 11 Eylülü’dür. Nasıl, ABD 11 Eylül saldırısını, Afganistan ve Irak’ı işgal etmenin meşruiyetini sağlamak için kullandıysa, AKP iktidarı da Hrant Dink cinayeti, Trabzon’daki Papaz Santoro cinayeti, Malatya’daki papaz cinayetleri ve Danıştay cinayetlerini, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne operasyon yapabilmenin meşruiyet aracı olarak kullanıyor” görüşümüzü defalarca açıklamış ve cinayetlerin ve Ergenekon-Balyoz-Askeri Casusluk operasyonlarının aynı merkezden plânlandığını değerlendirmiştik.
***
Maksat, Büyük Orta Doğu Projesi çerçevesinde Türk devletinin rejimini ve Türkiye’nin haritasını değiştirmekti. Buna en büyük engel olarak görülen TSK, halkın gözünden düşürülmeliydi! Cinayetleri plânlayıp, askerlere ve ulusalcılara yıkmaya çalışanların asıl hedefi buydu!
Zaten AKP’nin kuruluş felsefesi daha parti kurulmadan ABD’den gönderilen gizli bir belgenin program haline getirilmesi ile ortaya çıkmıştı. Bu gizli belgede, Tayyip Erdoğan’a, “Mr. Erdoğan, Ankara, yerel yönetimlere otonomi vermek ve milli hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkarmak zorundadır” deniliyordu.
İşte şimdi AKP iktidarı, küresel egemenlere verdiği bu sözü tutmak mecburiyetinde bırakılıyor. Kandil’deki teröristler, İmralı’daki terörist başı ve HDP, artık aleni olarak “özerklik ve genel af” demeye başladı. AKP ise bunları seçimden sonra yapabileceğini bildiriyor ama PKK ikna olmuyor... Üstelik PKK, özerkliği fiilen icra etmeye, vali, kaymakam atamaya, Güneydoğu’daki şehirleri HDP’li belediyeler eliyle yönetmeye, cadde ve sokak isimlerini değiştirmeye başladı bile.
***
Türkiye’yi bugünlere taşıyanlardan biri olan Abdullah Gül ise “Orta Doğu’da, benim bir devlet adamı olarak gördüğüm en kötü senaryo şu anda gerçekleşiyor” diyor.
Hani “iyi şeyler olacak”tı?
Yine “devlet adamı” kavramı Abdullah Gül için söylenemez. Çünkü o, Başbakanı ve Cumhurbaşkanı olduğu devleti kuruluş rayından çıkarmak için çalıştı. Bunu da kendisi açık açık söylemiştir. “Ne mutlu Türküm diyene sözünü dağlara taşlara yazdılar. Bu ilkelliktir ve aşılacaktır” diyen kendisidir. İşte dağlardan taşlardan o sözle birlikte Türk devletini kazıyorlar! Bunu yaptıran kişiye devlet adamı denilir mi?
***
Takip ettikleri ulusalcılık faaliyetleri, asli deyimiyle milliyetçilik faaliyetleri, vatandaşın Anayasal görevidir. Anayasanın başlangıç ilkelerinde, “Bu anayasa demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur” denilmektedir..
Dolayısıyla asıl suç, Türk devletini korumak isteyenlere iftira atmaktı.