"Egemenlerin örttüğü suçlar!"
Tayyip Erdoğan, yine ideolojiye sarıldı ve "Türk'üm diyebilirsin bu senin en tabii hakkındır. Ama Türkçüyüm dersen ayrımcısın. Kürt'üm diyebilirsin bu senin en tabii hakkındır. Ama Kürtçüyüm dersen ayrımcılık yapmış olursun. Üstünlük kavimle değil, ırkla değil, Allah'a kim daha yakın ise en üstün odur. Mesele bu" dedi.
Bu durumda "Türkçülüğün Esasları"nı yazan, Cumhuriyetin fikir mimarı Ziya Gökalp ve temeli Türk kimliği olan bir devlet kuran Atatürk, ayrımcı oluyor; Tayyip Erdoğan ise Allah'a yakın olanların üstün olduğunu söyleyerek işin içinden sıyrılmış oluyor, öyle mi?
Kimin Allah'a yakın olduğunu kim ölçecek? Tayyip Bey mi yoksa seçmen mi? İnsanın böyle bir yetkisi var mıdır?
***
Bir defa Türkçülerin hiçbir millete üstünlük iddiası yoktur. Bu bir. İkincisi, Türkçülük, Türk Milliyetçiliğinin kısa adıdır. Tarihin öznesi olarak ırk veya kavim değil millet esas alındığında, milletlerarası mücadelede ayakta kalmak için milliyetçi olmak bir mecburiyettir. Türkiye'de milliyetçiliği yapılan veya yapılması gereken millet, "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran halk", yani "Türk Milleti"dir. Tabii, milletin Türkiye sınırları dışında kalan unsurlarını da unutmadan. Dolayısıyla burada bir ayırımcılık yoktur. Ayırımcılık ve bölücülük, milleti meydana getiren ırklardan biri adına ve milletin bütünlüğünü bozacak şekilde çalışmaktır.
Hani Tayyip Bey de "Memleket meselesinin söz konusu olduğu yerde 78 milyon hep birlikte diğer farklılıklarımızı bir kenara bırakıp, tek kalp olarak çarpabilmeli, tek yumruk halinde hareket edebilmeliyiz. Aksi takdirde inanın bana, bize bu ülkeyi dar ederler" diyor ya, işte budur milliyetçilik!
Fakat siz, milleti sadece dine göre tanımlarsanız, ayrımcılığa orada başlamış olursunuz. Allah indinde üstünlük takva iledir ama siz milletin adını bile Anayasa'dan çıkarmak için çalışırsanız, bunun anlamı 78 milyonluk koca ülkenin çimentosunu çözmek değil midir?
***
Erdoğan, iki yıl önce "Esasen iktidara geldiğimiz andan itibaren biz bu çözüm sürecini başlattık, 11 yıl boyunca süreci adeta ilmek ilmek dokumaya çalıştık" diyordu. Dün ise "Milletimizin rızasını alarak terörü tamamen bitirmek için başlattığımız süreci gerçekten ümit verici bir noktaya kadar getirdik. Ancak Suriye başta olmak üzere bölgemizde yaşanan olaylarla bu sürecin siyasi muhataplarının gerekli iradeyi ortaya koyamamaları terörü yeniden hortlattı" dedi.
Suriye'deki duruma kim sebep oldu peki? Böylece PKK'nın yanında, IŞİD'in ve ABD'nin "Bölgedeki kara kuvvetlerimiz" dediği PYD'nin ortaya çıkıp, senaryo gereği Türkiye'nin güneyinden Akdeniz'e ulaşmasını kim sağlamış oldu? Sadece şer odakları mı?
***
Çözüm sürecinin AKP'nin seçimleri kazanması için bir araç olarak kullanıldığı gerçeğini biz defalarca gündeme getirdik. Bu defa Cevdet Aşkın, "Küresel ve Yerel Dezenformasyon" kitabı hakkında Radikal'den Hakkı Özdal'a bilgi verirken, "Hükümet, seçimlerde 'teröre son vermiş bir iktidar' olarak görünmek istiyordu. Çok da fayda gördü bundan, iki seçimi rahat şekilde kazandı, bunun büyük katkısıyla. Üçüncü seçim öncesinde de bunu canlandırmaya çalıştılar, fakat ne zaman HDP'nin barajı aşacağı anlaşıldı, ondan itibaren hükümetin bütün söylemi değişti. (...) HDP yüzde 13'ü çıkarınca, tabiri caizse masaya tekmeyi vurdular" dedi.
Kitabın ana mesajı şu: "Dezenformasyon devletin ve egemenlerin bir durumu saklamaktan çok, gerçeği ideolojiler sayesinde, göstere göstere örtmesidir. Böylece devletin ve egemenlerin örttüğü suçlar/gerçekler, gerçeğin ta kendisi haline gelir."
Bugünkü Türkiye'nin örttüğü suçlar/gerçekler gibi!