Duble yol hangi günahları kapatır?
Öncelikle şunu ifade edelim: Dinî eğitim veren vakfın herhangi birinde yaşanan ve yaşanabilecek bir sapkınlık üzerinden genelleme yapmak ve bütün Müslümanları, hatta dini töhmet altına sokacak yaklaşımlar sergilemek kesinlikle art niyettir...
Peki bu durum, yaşanan sapkınlığa karşı ortaya çıkan tepkileri sanki 'proje' gibi algılama, savunma veya küçültme hakkı verir mi? Esas mesele bu...
Türkiye'de bir kesim var ki İslâm'ın evrenselliği ve herkese eşit muamele eden tavrı bunlar söz konusu olduğunda âdeta değer kaybediyor!.. Mesele, sanki aile içi meseleymiş gibi halının altına süpürülüyor... Sanki günahlar bunları hiç bağlamıyor!..
Bunlar dinî telâkki ve uygulama bakımından başkalarını pek beğenmezler... MHP'liler bu kategoriye girer... Ama o MHP'lilerin, kendi yönetimlerinde veya etki alanlarında Ensar Vakfı'ndakine benzer bir olay gerçekleşmiş olsaydı, o binayı çoktan yıkmışlardı... Nitekim kaset olayında gördük, adı geçenlerin yolları kesilmiş, arabaları darp edilmişti...
O olayda bunun bir proje olup olmayacağı bir kenara bırakılmış, mahkeme veya parti yönetiminin tavrı filan beklenmeden 'öz hukuk' kendisini göstermişti... Eğer Egemen Bağış'ın 'Bakara-makara' dalgası MHP'de yaşanmış olsaydı, ihraç belgesi kazığın ucunda kendisine tebliğ edilirdi... O MHP ki 'Bakara-makara'dan çok daha masum bir kusur dolayısıyla Nusret Demiral'ı affetmemişti...
CHP'li Önder Sav, Kırıkkale'de Hacc'a gideceğini söyleyen yaşlı bir partiliye "Niye gidiyorsun, Araplara para kazandırıyorsun" türünden bir şeyler fısıldamıştı da bizim muhafazakârlar ne kıyametler koparmıştı? Şimdi iktidarda CHP olsa ve Türksat uydusundan yayın yapan bir televizyon İslâm adına 'kedicik' oynatsaydı neler olurdu neler? Var mı herhangi bir ses?
CHP iktidarda olsaydı da CHP'li bir müftü Kur'an âyetlerinden pasta yapıp yeseydi... Veyahut da herhangi bir CHP'li milletvekili "Bizim günah işleme özgürlüğümüz var, buna dokunulamaz" deseydi... Ensar Vakfı'ndaki skandalı küçülten veya yok saymaya çalışan kafa kıyameti koparırdı...
Bu memlekette bir Bakan "Mekke'nin fethinde gurura kapıldı" diyerek Peygamber Efendimize iftira etti... O yetmedi, bir milletvekili akrabasını şube müdürü yaptı ve bu yaptığını "Allah Kur'an'da 'akrabayı kollayın' demiyor mu?" diye çarpıtarak Allah'a iftira etti... Birisi hâlâ Bakan, diğeri ise hâlâ milletvekili...
Bu örnekleri o kadar çoğaltabiliriz ki... İnsanı yüceltirken ona Allah'ın sıfatlarını layık görenler... Son peygamber ilan edenler vs... Ya bunları başka partililer yapsaydı?
Sıkıntının kaynağı, Ensar Vakfı'ndaki skandalın istisna olup olmaması değil, günahın ve yasalara göre de suç olan sapıklığın 'yapan'a göre veya 'yapılan yer'e göre farklı muameleye tâbi tutulması... Bu çok daha marazî bir durumu ve çürümeyi gösteriyor...
***
Söz konusu skandalla ilgili okuduğum en iyi yazılardan birisi siyasetcafe.com'da yayımlandı... Selçuk Düzgün imzasıyla çıkan yazıda pedofilinin net olarak tanımlanan bir hastalık olduğu uzun uzun anlatılıyor, bu hastalığı taşıyanların fiziksel tariflerinin bile yapıldığı vurgulanıyor ve "Çocukların merkez olduğu yerlerde eğitim verenlerin azami dikkatle seçilmesi gerekmez miydi?" diye soruluyor...
Ve devam ediliyor: "Suçlu olan o pedofili sapık adalet önünde hesap verecek... Peki sorumluluk sahibi vakıf veya devletin ilgili kurumları bu sonuçtan dolayı hukuk karşısında nasıl hesap verecekler?
'Ensar' Arapça bir kelimedir ve 'yardımcı, koruyucu görevi üstlenen' demektir... O çocuklar ise 'muhacir'di... Yani 'ensar'ın koruması ve yardım etmesi gerekenlerdi... Dolayısıyla hiç oraya buraya saklanmanın anlamı yoktur, suçlusunuz...
Ve o küçücük 'muhacirler'i koruyamayan herkes alçaktır, namussuzdur, aşağılıktır..."