Dil üzerine
Dil evrensel bir olgudur. Yeryüzündeki bütün insan topluluklarının dili vardır. Homo sapiens sapiens ortaya çıktığı zamandan beri, hatta belki ondan da önce konuşmaya dayanan dil vardır ve en temel iletişim aracı olarak kullanılmaktadır.
Dil aynı zamanda millî bir olgudur. Milletleri birbirinden ayıran en önemli ölçütlerden biri dildir. Bu bakımdan dil kutsal bir değerdir. Millî bir olgu olarak dil, yalnız bir iletişim aracı değildir. Aynı zamanda milletlerin hafızasıdır, tarihidir, kültür değerlerini saklayan ve ileten bir hazinedir.
Dilin ileticiliğinde iki boyut vardır: zaman ve mekân.
Zaman boyutu tek yönlüdür, yalnız geçmişten geleceğe iletim söz konusudur. Bilge Kağan'ın, Yunus Emre'nin sözleri yüzlerce yıl öteye, bizlere dil sayesinde iletilmiştir.
Mekân boyutu çok yönlüdür. Aynı dili konuşanlar, hangi yönde olurlarsa olsunlar konuştuklarını ve yazdıklarını birbirlerine iletebilmektedirler. Mekân boyutunda yüz yüze olma zorunluluğunu teknoloji ortadan kaldırmıştır. Bu sayede sözlerimiz Kutup bölgesine de, Okyanus adalarına da ulaşabilmektedir.
Dili yalnız iletişim aracı olarak görmek onun değerini azaltır. Elbette iletişim aracı olarak dil önemli ve değerlidir. Ancak tarihî hafıza ve kültür hazinesi olması da en az o kadar önemli ve değerlidir. Bunu kendi dilimizin adıyla ifade edersek şöyle diyebiliriz: Türkçe, bengü taşlardır, Oğuz Kağan Destanı'dır, Yunus Emre'dir, Dede Korkut boylarıdır, Nevayi'dir, Fuzuli'dir, Karacaoğlan'dır, Âşık Elesger'dir, Namık Kemal'dir, Yahya Kemal'dir, Şehriyar'dır, Nutuk'tur.
Dil tartışmalarını bu gözle de değerlendirmek doğru olur. Arapça, Farsça kökenli sözler kullandılar diye Nevayi'yi, Fuzuli'yi, Namık Kemal'i, hatta Yunus Emre ve Karacaoğlan'ı edebiyatımızın, kültürümüzün dışına atabilir miyiz; onları yok sayabilir miyiz? Bence kendisine Türkçü, milliyetçi, ulusalcı diyen her Türk onları okumalı ve anlamalıdır. Hatta kendilerini yukarıdaki etiketlerle etiketlemeyen Türk'ler de onları okumalı ve anlamalıdır.
Tek tek kelimelere inip konuyu ayrıntıya boğmak istemiyorum. Dileyen herkes sevdiği şair ve yazarların eserlerine bakıp oralarda kullanılan kelimelerin kökence nereye dayandıklarını tespit edebilir. Söz gelişi, Namık Kemal'in "Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azîmetten" mısraındaki kelimelerin kökenlerini araştırabilir. Bazı kelimeler Arapça kökenlidir diye şimdi bu mısradan ve Namık Kemal'den vaz mı geçeceğiz? Ama gençler "azîmet" kelimesini bilmiyorlar? Bilmek, bilmemekten iyi değil mi? Bilmeyenler öğrense daha iyi olmaz mı?
Eskimiş kelimeleri bugün kullanıp kullanmamak ayrı bir iştir. Ancak kullanılmasa da onları bilmek aydın olmanın gereğidir. Bizim için eskimiş bazı kelimeler Anar'ın romanlarında da vardır, Bahtiyar Vahapzade'nin şiirlerinde de vardır; Tatar şairi Tukay'da da, Özbek şairi Fıtrat'ta da, Uygur şairi Ötkür'de de vardır. Ne kadar çok kelime bilirsek o kadar çok yazara, şaire ve esere ulaşabiliriz, o kadar zenginleşiriz.
Türkçecilik hareketi, kültürümüze mal olmuş, deyimlerimize ve manilerimize kadar girmiş, Anadolu ağızlarına kadar sokulmuş kelimelere yönelmemeliydi. Pek çoğu diğer Türklerde de canlı olarak kullanılan kelimelere yönelmemeliydi. Bundan da önemli olarak zorlama yöntemi kullanılmamalıydı.
Türkçecilik hareketi, henüz kültürümüze mal olmamış kelimelere ve dilde karşılığı bulunmayan kavramlara karşılık aramalıydı. Seçim, üretim, tüketim, buzdolabı, yazılım, donanım, bilgisayar gibi karşılıklar böyledir.
Dil, ayırıcı değil birleştirici bir iletişim aracıdır. İletişimin sağlanması için de, dil içindeki kültür hazinesinin korunması ve iletilmesi için de dilin birleştirici olması şarttır. Belirli görüşlere sahip olanların kendi aralarında kullandıkları dil bir tür grup dilidir, "sosyolekt"tir. Grup dillerinin bütün dil konuşurları için kullanılmaması gerektiği de açıktır.
"Kadıköy'den Karaköy'e her gün vapurla geçiyorum ve İstanbul'u İstanbul yapan o harika silüeti, o harika manzarayı seyrederken büyük bir huzur duyuyorum." diyen bir Türk'e, cümlelerinin içindeki bazı kelimelerden dolayı kim "Bu adam Türkçe konuşmuyor." diyebilir ki?