"Devlet yoksa ben varım, kardeşin var"
Rahmetli Dilaver Cebeci'nin "Ne kadar ürkek ceylan varsa Asya çöllerinde" dizesi aklıma geldi bu çocukları görünce... Gecekondu mahallesinde dar bir sokakta yürüyorlardı... Yüzlerindeki sevimlilik ve hüzün o kadar iç içe geçmişti ki fotoğraflarını çekmek istedim o ürkek ceylanların... Çekine çekine arkadaki duvara yaslandılar... O küçük yaşta vatansızlığı omuzlarında hissediyor gibiydiler...
***
Ankara'nın artık mahalle olan eski Solfasol köyünde ve bir kısmı da Dışkapı'da Afganistan'dan göçmek zorunda kalmış yaklaşık 2500 Özbek soydaşımız yaşıyor... Tam bir sefalet ve yoksulluk içindeler...
Vatandaşlıkları yok, geçici de olsa kimlikleri yok, tedavi hakları yok... Kentsel dönüşüm öncesi yıkılması için terk edilmiş harabe gecekondularda hayata tutunmaya çalışıyorlar... Yatalak hastaları var, çocuklar okullara gidemiyorlar, işe giremiyorlar...
Sadece gönüllüler var yanlarında, varlıklarından haberdar olan kandaşları... Bir gecekondu kiralayıp, ilkel de olsa bir okul meydana getiriyorlar... O çocuklar okuma yazma öğrensin diye... Üniversite öğrencileri koşturuyor, öğretmenlik yapmak için... Hayırseverlerin kimisi çocuklara zarar gelmesin diye bahçeyi tel örgüyle çeviriyor, kimisi çamaşır toplayıp getiriyor, kimisi doktor buluyor, kimisi onlara yumurta pişiriyor... "Devlet yoksa ben varım, kardeşin var" diye yutkunarak isyan ediyor birkaç kişi...
***
Ramazan geldi... Oysa gidince gördük ki onlara her gün Ramazan... Irak ve Suriye Türkmenleriyle ilgili sıkıntıları zaman zaman bu sütunlara taşımış, hayırlı işlere inşallah vesile olmuşuzdur... Şunu ifade etmeden geçmeyeyim: Ankara'nın ortasında Özbek kardeşlerimizin durumu, Türkmenlerin dramından da kötü...
O gün gönüllü arkadaşlarımızla bir parkta o çocukları ziyarete ve biraz da eğlendirmeye gittiğimiz gün evden çıkarken küçük kızım benden sürpriz yumurta istemişti... Orada bir parka toplanmış, her biri diğerinden sevimli yüzlerce çocuğu ve yaşadıkları o sefaleti görünce insan kendi çocuğuna alacağı o sürpriz yumurtadan bile utanırmış, bunu iliklerime kadar hissettim...
***
Şimdi o Özbek çocuklar bizi bekliyor... Allah için 'en sevdiklerimizden' vermemizi, kimimizin sıcak bir çorbasını, kimimizin şifaya aracılık eden elini, kimimizin kardeşçe tebessümünü...
Burası kardeş ocağı, burası onların da vatanı... Geçtiğimiz yıl "Bizi kardeş kılana şükürler olsun" diye tekrarlarken şu örneği vermiştik Telafer Türkmenlerinden: Saddam döneminde hep alay edildi onlarla "Türkiye'yi neden bu kadar seviyorsunuz, orada bir mezarınız, bir mezarlık toprağınız bile yok" diye... Ankara'da bir cenaze... Bir Türkmen bebek ölmüştür... Cenaze toprağa veriliyor... Telaferli baba üzgün elbette ama bir yandan da sevinçli!.. Şükredişe bakar mısınız: "Artık bizim de Türkiye'de bir mezarımız var!.."
Türkiye bütün Türkler için öyle kutsiyet ifade ediyor işte... Kardeşlerimizin feryadını Ankara'da bunu idrak edenler duymazsa kimse duymaz... O yüzden 'paylaşan el' olalım... Vatansız kalmanın ne demek olduğunu o kardeşlerimize hissettirmeyelim, varlığı da paylaşalım, yoksa yokluğu da...
Aslında uzun uzadıya yazmaya bile gerek yok... Sadece o fotoğraftaki o iki çocuğun, o iki Asyalı ürkek ceylanın, o mülteci güllerimizin yüzleri nasıl da anlatıyor değil mi, vatansızlığı, çaresizliği, ezilmişliği? Haydi Türkiye... Senin için sadece iftar vakti değil, ihtar vaktidir bu...