Cumhuriyet’in 100. yılında yüzsüzler ordusu; Atatürk düşmanları!
“Ordu yok” dediler; “Kurulur” dedi.
“Para yok” dediler; “Bulunur” dedi.
“Düşman çok” dediler; “Yenilir” dedi.
O Cumhuriyet’in kurucusu, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’tü…
.
.
Osmanlı Devleti'nde, Osmanlı düşünürleri
cumhuriyet ile ilgili bir görüşe uzun zaman sahip olmamışlardır.
Fransız İhtilali, Osmanlı İmparatorluğu'nda etkilerini geç hissettirmiştir.
Cumhuriyet, fikir halinde belirli bir şekilde ortaya çıkmamıştır.
Batılı bir düşünüşe sahip Mustafa Reşit Paşa yaptığı ve
yapmak istediği yeni reformlar yüzünden
bazı kimselerin hedefi haline gelmemiştir.
Bir gün Serasker Sait Paşa, Padişah Abdülmecid'in
huzuruna çıkarak şunları söylemiştir:
"Mustafa Reşit Paşa Cumhuriyeti ilan edecek,
saltanatınız elden gidiyor. Daha ne duruyorsunuz?”
Tabii ki, o dönemde Cumhuriyet'in
Osmanlı Devleti'nde kabul görmesi zaten mümkün değildir.
İlk defa dilimize Cumhuriyet kelimesi edebiyat yoluyla girmiştir.
Reşit Paşa hayranı olan Şinasi onun için
“Eya ahali-i fazlın Reis-i Cumhuru” demiştir.
Ayrıca Şinasi, Avrupalılık, kanun, halk, mebus, medeniyet,
cumhuriyet kelimelerini cesaret ve inanç ile kullanmıştır.
Namık Kemal' de halk idaresini savunan vatan ve
hürriyet fikirlerini besleyen bir insan olarak karşımıza çıkmıştır.
Namık Kemal meşrutiyeti Osmanlı Devleti için uygun bulsa da
“...Bizde cumhur yapmak kimsenin aklına gelmez.
Fakat yürütülmesine imkân olmamakla hak, batıl olmuş demek değildir.”
demekten de kendini alamamıştır.
Bazı yazarlara göre; Osmanlı Devleti'nde
Cumhuriyet fikrini ilk ortaya atan, Ali Suavi'dir.
Ali Suavi düşünceleri ile hem muhafazakârların
hem de meşrutiyetçilerin tepkilerini üzerine çekmiştir.
Ali Suavi, Namık Kemal ve Ziya Paşa,
Cumhuriyet ile ilgili düşüncelerini belirtmişlerse de
bu fikir üzerinde fazlaca durmamışlardır.
Güç bir şekilde ortaya atılan ve Mustafa Kemal Atatürk'ün
kararlı davranışları ile gerçekleşen
Cumhuriyet fikri ilk defa nerede ve nasıl ortaya çıkmıştır?
Mustafa Kemal Atatürk'ün doğum yeri olan Selanik şehri,
onun cumhuriyet kavramına olan yakınlığı ile bağlantılıdır.
Selanik şehri Osmanlı Devleti'nin Batı'ya açılan bir penceresi olmuştur.
Atatürk tahsil hayatına önce Selanik sonra Manastır ve
sonra İstanbul'da devam etmiş, yani tahsil hayatını
Avrupa'nın bir parçası olan Balkan topraklarında tamamlamıştır.
Atatürk Harp Okulu'nda iken hayatının her kesitinde
önem arz edecek alanlarda kendisini yetiştirmiştir.
Askerliği kendisine meslek olarak seçtiği için,
askerliğin uzmanlık alanlarını öğrenmeye özen göstermiştir.
Tarih, Hukuk, yabancı dil, sosyoloji, hitabet, alanında
kendisini yetiştirmeye çalışmış, istibdat döneminde
özgürlük mesajı veren Fransız İhtilali ve inkılabını anlatan edebiyatla ilgilenmiştir.
Türk Şair ve edebiyatçılarından Ziya Paşa, Namık Kemal, Tevfik Fikret,
Mehmet Emin, Süleyman Nazif,
Fransız düşünürlerinden, Roussau, Voltaire, Montesquieux,
Mirabeau, Danton, Robespierre, Napolyon,
August Comte, Durkheim Desmoulins gibi birçok ismin eserlerini okumuştur.
Atatürk'ün milli egemenliğe olan ilgisini
“Cumhuriyet”e duyduğu ilgi ile açıklamak gerekir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün Şam'a henüz ulaşmadan
daha Beyrut'ta iken arkadaşlarına söylediği
“..dava yıkılmak üzere bulunan bir imparatorluktan,
önce bir Türk devleti çıkarmaktır” sözleriyle devlet yönetimi fikrinin
Cumhuriyet olduğunu da alenen açıklamadan büyük ölçüde çekinmemiştir.
Mustafa Kemal Paşa'nın Meclis'in açılış döneminde söylediği
şu sözler onun hedeflediği rejimin tanımını yaptığı açıkça görülüyor:
“Efendiler, millet bizi buraya gönderdi.
Fakat ömrümüzün sonuna kadar biz burada ve bu milletin idaresini ve
hâkimiyetini, miras kalmış mal gibi, temsil etmek için toplanmış değiliz.
Ve sizi toplamak ve dağıtmak kudretine hiç kimse sahip değildir.
Millet bilmelidir ki, bir günde vekillerini toplar ve gönderir.
Burayı, hiç kimsenin kayıt ve şarta bağlamaya hak ve salahiyeti yoktur ve olmamalıdır.”
Atatürk, Ülkenin köklü bir değişime ihtiyacı olduğu bilinciyle
halkı uyandırmaya ve milli egemenlik gibi gelişmiş bir kavrama ulaşmayı amaçlıyordu.
1923 yılı yazında Lozan Konferansının devam ettiği bir sırada
Cumhuriyetin ilanı ile ilgili bir tasarı hazırlamış ve
bu tasarıyı Adliye Vekili Seyid Bey'e inceletmiş,
Seyid bey tasarıyı prensipte uygun bulmuştu.
Bu gelişmeden sonra Cumhuriyet fikrini başkalarına da açma kararı aldı.
İlk olarak güvendiği gazetecilere bir akşam yemeğinde
“Republique” kelimesinin Türkçedeki karşılığının
“Cumhuriyet” olduğunu belirten notlar tuttuğunu belirtmiştir.
Mustafa Kemal (Atatürk) 28 Ekim gecesi yemekte bulunan arkadaşlarına
“Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz.” demiş,
birlikte olduğu arkadaşları ayrıldıktan sonra kanun tasarısını
İsmet Paşa ile birlikte hazırlamıştır.
29 Ekim'de Mustafa Kemal Atatürk Halk Fırkası Grubu'nda bir konuşma yaptı ve
bu konuşmanın arkasından İsmet Paşa değişiklik tasarısını okudu.
Parti grubunda kabul edilen tasarı akşam Meclis tarafından
saat 20.30'da birçok mebusun “Yaşasın Cumhuriyet” sesleri arasında kabul edildi.
Cumhurbaşkanlığına da saat 20.45'te
Mustafa Kemal Atatürk seçildi.
Cumhuriyet Türkiye'sinin ilk hükümetini kurmak üzere
İsmet Paşa’ya görev verildi, Meclis Başkanlığı'na da Fethi Bey seçildi.
Cumhuriyet'in ilanı Mustafa Kemal Atatürk'ün
sabırlı bir şekilde sürdürdüğü bir mücadele ve kararlılık sonucunda gerçekleşmiş,
Türk milleti demokratik devlet yönünde atılan bu adımı desteklemiştir.
Atatürk, 4 Aralık 1923 te Tercüman-ı Hakikat başyazarına verdiği demeçte
Cumhuriyete verdiği önemi:
Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir.
Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir.
Bunu istihsal için mebzulden kan döktük.
Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık.
İcabında müessesatımızı müdafaa için lazım olanı yapmaya amadeyiz... diyerek
Cumhuriyete yönelik gelişecek hiçbir harekete
müsaade edilmeyeceğini açıkça ortaya koymaktadır.
Hayatının en son anına kadar ülkesine hizmet etmiş olan bu büyük insan;
"Benden sonra beni benimsemek isteyenler
bu temel mihver üzerinde ilmin rehberliğini kabul ederlerse,
manevi mirasçılarım olurlar" sözleriyle
kurduğu cumhuriyete sahip olunmasını ve
çok çalışılarak bilimde ileri bir seviyeye çıkılmasını arzu ve temenni etmiştir.
100. yılına kavuşan Cumhuriyetin kısa hikâyesini
anlatmaya çalıştım önce…
Şimdi de Cumhuriyet’in 100. yılında yüzsüzler ordusuna
yani Atatürk düşmanlarına bir bakalım…
1831 yılında veba gibi korkunç ve öldürücü bir hastalık
Türkiye’nin sınırlarına dayanmıştır.
Hükümet, bu öldürücü salgın hastalığa karşı
halkı korumak için gemilerin karantina altına alınmasına karar verir.
Fakat dinciler: “Bu bir bid’attır; Karantina denilen şey Frenk âdetidir.
Ehl-i İslam dininde buna riayet caiz değildir.” diye başkaldırırlar.
Devlet; sağlık, akıl, şeriat yollarının hepsine başvurduğu halde
“İstemezük” gürültüsünü bastıramamıştır.
Bu yüzden tam 7 yıl salgın olan bölgelere karantina uygulanamamıştır.
Yani devlet, dincilerin, aşırı İslamcı cahillerin karşısında sinmiştir.
Sonunda İstanbul başta olmak üzere
birçok şehirde binlerce insan veba salgınında hayatını kaybetmiştir.
Atatürk’ün din üzerine verdiği bir demeçte,
“Milletimizin içinde gerçek din âlimleri, din âlimlerimiz vardır.
Fakat bunlara karşın dinin kisvesi altında ilim gerçeğinde uzak,
gereği kadar okuyup öğrenmemiş, ilim yolunda değeri kadar ilerleyememiş
hoca kıyafetli bilgisizler de vardır.
Bunların ikisini birbiri ile karıştırmamalıyız.”
sözlerini kullanarak, din adı altında tarikat yapılanmalarının
örgütlenmesini eleştirmiş ve toplumun gerçekleri araştırma,
aydınlanma gerekliliğine dikkat çekmiş,
dinin suiistimal edilmemesi için çaba sarf etmişken
Atatürk’ü din düşmanlığı ile anmak, tarih bilmemezlikten başka bir şey değildir.
Atatürk’ün baştanbaşa kahramanlıklar, başarılar ile dolu hayatında,
mutlaka kötüleyecek bir tarafı keşfetme çabasında bulunanlar,
onun laiklik hususunda gösterdiği titiz tutumdan dolayı rahatsızlık duyarlar.
Mustafa Kemal, kurulacak devletin şekliyle ilgili
toplumun her kesiminden insanlarla görüşmeler yaparken,
sıra mollalar, şeyhler ve din büyüğü geçinen kişilere gelir.
Mustafa Kemal, bunlara haber gönderir ve kendileriyle
bu konuyu görüşeceğini ancak konuşmalarının bir temeli olarak katılacak olan herkesin
Bakara Suresi’nin 288. ayetine kadar okumalarını rica eder.
Toplantı günü gelip çattığında, Mustafa Kemal kürsüye çıkar ve sorar:
“Arkadaşlar, buraya gelmeden önce hepinizden
Bakara Suresi’ni 288’e kadar okumanızı rica etmiştim.
Kimler okudu Bakara’yı 288’e kadar?”
Salondaki bütün eller istisnasız olarak bu ricayı
yerine getirdiklerini belirtmek için havaya kalkar.
Bunun üzerine Mustafa Kemal sözlerine devam eder:
“Beyler işte, kuracağımız devletin neden din temeline
dayanamayacağının açıklaması ortadadır,
Bakara Suresi yalnızca 286 ayettir.”
Cumhuriyet dönemine kadar gerçek anlamda bir Kur’an tercümesi yapılamadı.
Osmanlı Devleti döneminde, Kur’an çevrisi yanında
uzun süre Kur’an tefsiri de hazırlanmamıştı.
Aslında Kur’an-ı Kerim ilk kez Türkçe’ye 1338 yılında
Çağatay lehçesiyle çevrilmişti ancak bu çeviri
Osmanlı Türklerinin ihtiyacını karşılamaktan oldukça uzaktı.
Atatürk’ün isteği üzerine Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın
“Hak Dini Kur’an Dili” adlı eseri, 1924 yılında
Meclis kararından sonra hazırlanmaya başlanmış ve 1936 yılında basılmıştı.
Atatürk, Türk toplumunun İslam dinini daha iyi anlayabilmesi için
Kur’an’ın yanında sağlam bir hadis kaynağına olan ihtiyacı da görmüş
ve bu konudaki çalışmalarla ise Ahmet Naim Efendi’yi görevlendirmişti.
Osmanlı Devleti, 1727 yılında matbaayla tanışmasına rağmen,
çıkar amaçlı gerici zihniyet, İslam’ın kitabının halka ulaşmasına,
yani matbaada dinî kitap basımına karşı çıkmıştı.
İşte bu eksikliği fark eden Atatürk,
İslam’ın temel kaynakları başta olmak üzere,
birçok dinsel nitelikli eseri tefsir ve tercüme ettirerek,
dinî konulardaki kitabi bilgi eksikliğini gidermeye çalıştı.
İslam dinini gerçekten bilen pek çok yerli ve
yabancı bilim adamına göre Atatürk, Hz. Peygamber’den sonra
İslamiyet’e en büyük hizmetleri yapan kişidir.
“Cami yıktırdı, ahır yaptı” denilen Atatürk’ün ömrünün son 2 yılında
yani 1936 ve 1938 yılları arasında tamir ettirdiği 138 caminin listesi
belgeleriyle birlikte yakın zamanda ortaya çıkmıştı.
Şimdi tüm bunları düşündüğümüzde,
halen Atatürk düşmanlığı yapmak, bunun için dini kullanmak;
riyakârlıktır, hainliktir, vatan millet düşmanlığıdır.
Cumhuriyet’in nimetlerinden faydalanıp Cumhuriyet’e ve
Cumhuriyetin kurucusuna düşman olmak
başlıkta da belirttiğim gibi yüzsüzlüktür.
Son zamanlarda artan bu yüzsüzlüğe karşı verilecek
en önemli cevap ise Atatürkçülüğe ve Türklüğe sarılmaktır.
Cumhuriyet’in yüzüncü yılını kutlamaya hiçbir neden engel olamamalıdır.
Hiçbir gerekçe kabul edilemez ve
bu kutlamalara gölge düşürmek de iyi niyetle açıklanamaz.