Bu kriz en çok kimi sevindirir?
15 Temmuz'dan bu yana Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne yapılan ihbar sayısı 40 binin üzerindeymiş… Bu sayıya diğer illerimizin emniyet müdürlüklerine, MİT'e ve BİMER'e yapılanları eklediğimizde ortaya korkunç bir rakam çıkıyor olmalı…
Habere baktığımızda görüyoruz ki, ihbarların ezici çoğunluğu asılsız ve sahte imzalı… İşin daha vahim tarafı ihbarcılar arasında husumet hâlinde oldukları komşularını, akrabalarını, hatta eşlerini bile 'FETÖ'cü' diye ihbar edenlerin çok olması… Bu da hem gerçek mücadeleyi içinde çıkılamaz duruma getiriyor, hem de herkesin birbirine 'şüpheli' yaklaşımı dolayısıyla 'sosyal doku'yu zedeliyor…
***
Türkiye 19 Şubat 2001'de büyük bir krize doğru yol almaya başlamıştı… MGK'da Cumhurbaşkanı Sezer'in Başbakan Ecevit'e anayasa kitapçığını fırlatmasıyla 'ekonomik kriz' harekete geçmişti…
Borsa yüzde 15 düşmüş, repo faizleri 7 bin 500'e fırlamıştı… Merkez Bankası'dan 8 milyar dolara civarında çıkış olmuş, Dolar ikiye katlanmıştı… Kriz gittikçe büyüdü… İflaslar ve kapasite düşüşü sebebiyle 600 bin kişi daha işsiz kalmıştı… Ekonomi cumhuriyet tarihinin en büyük çöküşünü yaşıyordu… Küçülme yüzde 9.5'ti ve esnaf ilk defa sokağa dökülmüştü…
1990'la 2000 yılları arasında Türkiye'den on misli fazla yabancı sermaye ve sıcak para girişi olan Arjantin de aynı tarihte karışmıştı… İki ülke arasında pek çok fark vardı ama en büyük fark belki de vatandaşların verdiği tepkiydi…
Bizde vatandaşlar talana yönelmedi… Marketleri yağmalamadı… Bankaların içine boşaltma yöntemiyle Hazine'yi soyanlara kızıp da devlet kurumlarını soymayı hak olarak görmedi…
İki halk arasındaki fark, ekonomik çöküşün bizde 'sosyal çöküş'e dönüşmesine izin vermedi… Aile içi bağların çok güçlü olması, yardımlaşma duygusunun ve dayanışmanın gelişmiş olması Türkiye'de krizin sosyal hayatta 'kalıcı hasarlar' bırakmasına imkân tanımadı…
***
Bugün muhtevası çok farklı olsa da yine bir kriz içindeyiz ve bu kriz sosyal yanımızı vurdukça maalesef 'kalıcı hasarlar' meydana gelebilecek… Sahte ihbarlar havada uçuşuyor, suçlu suçsuz birbirine karışıyor, 'suçlunun suçunun ispatı' önemliyken, zaman zaman 'suçsuzun suçsuz olduğunu ispatlaması' gibi bir garabet ortaya çıkıyor…
Açığa alınan öğretmen ve polislerin durumu gerçekten vahim… Bunlar suçluysa suçları ispat edilip, derhal içeri alınmalılar… Açığa almak veya ilişki kesip, işsiz güçsüz sokağa salmak, çocuklarının başını sokacakları kiralık ev bile tutamaz hâle getirmek neyin nesi? Böyle olunca kendi aileleri ve komşuları bile "Acaba bir ilişkisi mi vardı?" gözüyle bakıyorlar ve sosyal doku tam da burada zedeleniyor…
***
Yaklaşan tehlikeyi sezecek ve tedbir alacak bir devlet aklı lâzım… Bu devlet yıllarca fındığa, çaya, buğdaya, tütüne, pancara, pamuğa vs. hep dünya piyasa fiyatlarının üzerinde taban fiyat vermiştir… Çünkü bu konuyu aynı zamanda 'sosyal güvenlik' politikası olarak görmüştür…
Devlet vatandaşına destek olmuş, onun köyleri boşaltıp şehirlere yığılmasını önlemek istemiş, toprağa sahip çıkmasını amaçlamıştır… Devletin bugünkü krizi de aynı mantıkla yönetmesi gerekiyor… Coğrafyamızda bize düşmanlığını ifade eden devlet ve yöneticilere her gün yenileri eklenirken bizim içeride birliğimizi kuvvetlendirmekten başka çaremiz yok ki… Devlet 'FETÖ ve darbeciyle mücadele'yi kararlılıkla sürdürmeli ama bunu yeni sosyal krizlere basamak yapmaktan özenle kaçınmalıdır…
Bıktırırcasına söylemeye devam edeceğiz… Devlet, darbecilerle ve terör örgütleriyle haklı mücadelesini yaparken suçluyla suçsuzu ayırabilme kudretini de kaybetmemeli… Onu kaybederse ellerini ovuşturarak gülecek olanlar darbeciler ve destekçi dış dinamiklerdir…
Devlet hayatında kaybettiğimiz her şeyi yeniden kazanabiliriz ama sosyal dokuda meydana gelebilecek 'kalıcı hasarlar'ın telafisi zor olur… Cumhurbaşkanı'nın 'at izi-it izi' ikazı çok önemliydi… Uygulayıcılar tarafından gereği ne kadar yapıldı, işte orası tartışmalı…