Bir Sinema seyircisi profili nasıl oluşur…
Sinemada film seyretme alışkanlıkları, çeşitli etkiler yüzünden değişiyor. Değişme, hasılatın artması veya azalması şeklinde doğrudan gişelere yansıyor. 2018 yılında senaryosunu yazıp yapımcılığını üstlendiğim “İçimdeki Hazine” filmim gişe yapamamıştı. O yıl sinema seyircisi ortalamasında ciddi bir düşüş olduğu gibi, filmi gösterime girdiğimiz tarih ve salon tercihleri doğru yapılmamıştı. Filmi özel olarak seyreden dağıtımcı, seyircinin beklentileri konusunda tecrübeli olduğundan, iş yapıp yapamayacağına karar vermiş, filmi merkezlerdeki “a” sınıfı salonlarda gösterime sokmamıştı.
Filmin içeriği, dağıtım şirketi, doğru zaman ve doğru mekân önemlidir ama bir de insanların sinema seyretme alışkanlıklarını nasıl kazandıkları söz konusudur. Geçmişten, içinde bulunduğu ana kadarki bikrimi bir kişinin “seyirci profil” ve “karakterini” oluşturur. Mesela ben korku filmlerini hiç sevmem. Kötü ışık, amatör oyuncu, beceriksiz reji ve berbat makyajlarla, işin içine hurafeci din anlayışını katarak yapılanlardan iğrenirim ama korku filmlerine abone olan bir seyirci kitlesi vardır ve sinemanın en önemli türü olduğunu iddia ederler. Yani farklı etkenler, seyircileri şu veya bu tür filmin alıcısı yapabilir. Peki, o zaman sinema seyircisi nasıl bir süreçten geçerek nihai tercihini yapacak bir karaktere bürünür?
Seyircinin film türleri kadar, bir ürünü hangi salonda neden satın aldığını merak eden, üniversitede tez hazırlayan bir araştırmacı, bilvasıta bana sorular gönderdi. Soruları makul bir uzunlukta cevaplamaya çalıştım. Yukarıdaki yazı ve “Seyirci nasıl bir süreçten geçer ve belli bir aşamadan sonra son tercihini yapacak bir karaktere bürünür?” yaklaşımım aşağıdaki sorulardan doğdu.
“Sinema filmi ile ilgili hatırınızda kalan ilk sahne nedir?”
- Yazlık bir sinemada babamın kucağında siyah beyaz Tarzan filminde, kelle dansı yapan “topless” Zulu kızları tutabileceğimi sanarak perdeye doğru hamle yaptığım sahneyi hatırlıyorum!
“Film tercihleri yapar mıydınız?”
- Türkiye, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtından sonra ambargoya tabii tutulduğu için yerli yapımlara ve 3-5 yıl arayla getirtilebilen A sınıfı Hollywood filmlerine mecbur kalıyordum.
“İstanbul’daki tecrübeleriniz nelerdir?”
- İstanbul’a geldiğim 1978-79lu yıllarda terör şehri yaşanamaz hale getirmişti. Semtler, sağcı ve solcuların mevkileri olmak üzere ikiye bölündüğü için genellikle Fındıkzade’de ve Beyazıt’ta “takılırdım”. Sahaflar Çarşısı, Çınaraltı, Marmara Kıraathanesi, Küllük, Mola, Platin gibi çarşı ve lokaller gözde mekânlardı. Semtteki Marmara Sineması’nda film seyretmek çok konforluydu. Salon büyüktü, seyirci genelde az olurdu. 12 Eylül’e kadar pek çok filmi ben ve arkadaşlarım için “güvenli” olan Marmara Sineması’nda izledim. Ama sadece ikisini hatırlıyorum: Yaban Kazlar (The Wild Geese, 1978) ve Paris’te Son Tango (Ultimo Tango A Parigi, 1973).
“O yılları iki kelimeyle ifade edebilir misiniz?”
- “Gençliğim eyvah”!
“Bahsettiğiniz yıllarda, Beyoğlu’nda hangi sinema salonları vardı?”
-Başta Emek, Atlas, Dünya, Lale, Alkazar… İşlevselliğini kaybeden Elhamra ki, bu salonun çarşıy çevrilmesini de hatırlıyorum. Hatırımda kalan diğerleri Sine Pop, Rüya, Venüs, Yeni Melek gibi salonlar…
“O dönem sinema salonları arasında bir fark olur muydu? Nasıldı?”
- Vardı. Köhnelik, bakımsızlık, seyirci profili ve davranışları, salonların kötü kokusu.
“En çok film izlediğiniz salon hangisiydi? Bu sinema salonu nasıldı? Diğerlerinden farkı var mıydı?
- Emek Sineması. Diğer bazıları çok kötü kokan ve ciğerinizi yakan bir havaya sahipti. Ayrıca, Emek sinemasında, afişlere bakmadan tesadüfen bilet satın alıp izleyeceğiniz herhangi bir film en az ortalamanın üstünde olurdu!
“İzlediğiniz filmleri hatırlıyor musunuz?”
Emek salonunda izlediğim filmleri, yanlış hatırlama payı, bazılarını vizyonda değil tekrar gösterimlerinde veya festival gösterimlerinde olmak koşuluyla sayabilirim. Çünkü bunlardan bazılarını, Lale, Çemberlitaş veya Sine Pop’ta da seyretmiş olabilirim.
2001: Bir Uzay Macerası (2001: A Space Odyssey, 1968), Geceyarısı Kovboyu (Midnight Cowboy, 1969), Guguk Kuşu (One Flew Over the Cuckoo's Nest, 1975), Amadeus (1984), Benim Afrikam ( Out of Africa, 1985), Müfreze (Platoon, 1986), Son İmparator (The Last Emperor, 1987) Yağmur Adam (Rain Man, 1988), Kurtlarla Dans (Dances with Wolves, 1990), Kuzuların Sessizliği (The Silence of the Lambs, 1991), Affedilmeyen (Unforgiven, 1992), Schindler'in Listesi (Schindler's List1993) vb…
“Emek sinema salonunda ne tür filmler gösterilirdi?”
- Genellikle politik ve sanatsal içerikli filmler… Diğer sinema salonlarına karşı sadece Emek’te bulunan projeksiyon makinesinden dolayı teknolojik özellikli filmler başka sinemada gösterilemezdi. Daha sonraki yıllarda İstanbul Film Festival’inin resmi salonu olduğu için yüzlerce sanat filmini, yine bu salonda izledim.
“Sinemada film izlerken ne tür tepkiler verirdiniz?”
- Esprinin veya komiğin geleceğini herkesten önce anlar kahkaha atardım. Bazı diyaloglar önceden kestirip mırıldanırdım. (Şahitleri var!)
“Sizin için Beyoğlu’nda sinemaya gitmenin anlamı neydi?”
- 12 Eylül’den önce solcu çocuklar İstiklal Caddesi, Taksim yani Beyoğlu’na biz milliyetçileri sokmazlardı. Beyoğlu sinemalarının keyfini çok sonra tadabilen “mazlum sinemasever”lerden biriyim. Bu durum, “doğuştan verili hakkımı” özgürce kullanma mutluluğu yaşamama, eli sopalı ve silahlı hödüklere karşı zafer kazanmışım duygusuna kapılmamam sebep olurdu.
“Şimdilerde Beyoğlu’nda ya da başka bir yerde sinemaya gidiyor musunuz? Gidiyorsanız nerelerde, hangi sinema salonlarına?”
- İstinye Park, Kanyon, City, Metrocity, Özdilek, Tepe Nautilus, Akasya AVM sinema salonları.
GÜNÜN SÖZÜ
“Sinema öyle bir keşiftir ki, bir gün gelecek barutun, elektriğin ve kıtaların keşfinden çok, dünya medeniyetinin veçhesini değiştireceği görülecektir. Sinema, dünyanın en uzak köşelerinde oturan insanların birbirlerini sevmelerini, tanımalarını temin edecektir.”
Atatürk