AKP İstanbul'u neden bırakmıyor?
Herkes bal gibi biliyor ki, İstanbul seçimlerini İmamoğlu kesinlikle kazanmıştı. YSK'da biliyor. AKP'de.
Peki, AKP İstanbul'u neden vermek istemiyor?
Birincisi İstanbul Ortadoğu'nun Avrupa'ya açılan en önemli kapısı.
İkincisi, dünyanın önde gelen finans merkezlerinden biri.
Üçüncüsü, hem para trafiğinin, hem uluslararası güç trafiğinin odak noktası.
Eski İçişleri bakanı Tantan: "İstanbul'u kayıp eden Türkiye'yi yönetemez" diyor.
Şimdi bu maddeleri yan yana koyun ve hepsini birden kayıp ettiğinizi düşünün.
Öncelikle İstanbul'u kayıp ettiğiniz gün iktidarınızın da sona ermekte olduğunu aklınızda tutmak zorunda kalacaksınız. İktidar siz olsanız bile, aklınızın bir yerinde daima bu kaybın yarattığı etki duracaktır.
Tüm finans kaynakları elinizin altından kayıp gidecek. Gerçi işletmeler, kimi üretim merkezleri hükümette olduğunuz için sizden tamimiyle kopmayacak ama belediyenin kontrol ettiği tüm kaynakları yitireceksiniz.
Bu durumda siz olsanız her ne pahasına olursa olsun, İstanbul'u gözden çıkarabilir misiniz?
Çıkaramazsınız.
İşte temel mesele budur.
Bunca gürültünün esas nedeni de budur.
AKP, Ilımlı İslam devletine giden yolda, Prof. Dr. Ümit Özdağ'ın tespitiyle; "önce FETÖ, sonra PKK ve nihayet son aşamada MHP ile işbirliği yaparak parlamenter demokratik rejimi tasfiye ederek, otoriter başkanlık sistemi kurdu. AKP'yi yarı hegomonik parti haline getirdi.."
Ancak sürece giden yolda taşları hatalı döşedi.
Adalet sistemini tersyüz etti.
Ekonomi sistemini dışa bağımlı, üretmeden tüketme üzerine kurdu.
Siyasal sistemi tek kişiye bağladı ve otoriterleştirdi. Böylece Türkiye krize girdi. Türkiye'nin krize girmesi demek, AKP'nin yeni kurduğu sistemin çökmesi demektir. Kurulmadan çöken bu sistem, ekonominin ve hukuk sisteminin gittikçe kötüleştiği sürece doğru sürükleniyor.
Ekonomi kötüleşiyor, çünkü piyasalar tıkandı.
Dolar yükseldi, faiz oranları Türkiye'nin hiçbir dönemde ulaşmadığı noktalara vardı.
Hukuk sistemi, her olayda, halk üzerinde olumuz iz bırakıyor. Son birkaç olaya bakın. Yeni siyasal rejimin, adalet dağıtamadığını doğrular nitelikte.
Türkiye'nin Ana muhalefet partisi genel başkanı Kılıçdaroğlu'na yumruk atılıyor, saldıranlar dışarda.
Gazeteci arkadaşımız Yavuz selim Demirağ'a saldıranlar gene dışarda.
301 madencinin öldüğü iş kazaları ve sorumluları gibi vicdanları sızlatan olaylarda ise tam bir hayal kırıklığı gözleniyor.
Kısacası dövülen dövüldüğü ile kalıyor. Suçlu yaptığı ile övünüyor. Kim ne suç işlerse yaptığı yanına kâr kalıyor.
Böyle bir yönetim sisteminde; suçun cezasız, adaletin işlevsiz, kamu düzeninin güvensiz olduğuna yönelik inançları pekiştiriyor.
Gelinen noktada İstanbul seçimlerinin yenilenmesini demokrasinin gereği gibi sunabilirler, ancak herkes biliyor ki Türkiye'de iyi şeyler olmuyor. Olmadığı içindir ki bir çocuğun ağzından çıkan, "her şey güzel olacak Ekrem abi" temennisi, seçimin başat sloganı haline geliyor.
İşte bu sebeple İstanbul'da seçimlerin yenilenmesi, rejimin teminatı ya da sonu olacaktır. Kısacası, bundan sonra her şey iyi ya da kötü olacak.