ABD ve AB, İslâmcıları neden destekliyor?
Türkiye, 20 yıllık türban tartışmaları sonucunda, Ankara’yı şer merkezi olarak görüp, Brüksel’in şefaatine sığınanlara teslim olmuş durumdadır.
Buna sebep olan, laikliği dinsizlik olarak uygulamak isteyen kadrolardır.
Prof. Dr. Erol Güngör bu durumu şöyle değerlendirmişti:
“İslâm, siyasetin arkasında filizlenen bir doktrin değildir. O hedefine tek başına yürür. İslâm davasının asıl yükü fikir adamlarının omuzlarındadır. Müslüman aydınlar, din adamları, alimler, mütefekkirler, sanatkârlar bu sorumluluğun şuuruna ermelidir.
Medeniyeti politikacılar yaratmaz.
Medeniyet, alimlerle sanatkârların işidir. İslâm medeniyetinin de sıklet merkezinde onlar vardır. Eğer onların gayretleriyle Müslümanlarda bir silkinme ve kalkınma olursa siyasi hedefler de kendiliğinden gelecektir. Medeniyet gayemize ulaşmada, İslâm aydınlarının, enerji ve şahsiyetlerini tüketen siyasi çekişmelerden uzak kalmaları, günlük hadiselere tepeden bakmaları, kalıcı köklü çözümler üzerinde kafa yormaları gerekir. Herhalde bu büyük davaya en büyük kötülüğü yapanlar onu günlük siyaset kavgalarına, taraflardan biri halinde sokmaya kalkışanlardır.
Siyasi parti farklılaşmaları Batı toplumundaki sınıf çatışmalarının eseri olarak doğmuştur. Ve her siyasi parti ister istemez şu veya bu zümrenin sözcüsü olmak, onların menfaatlerini kollamak zorundadır. İslâmı bu çatışmanın dışında tutmayı başaranlar, onun birleştirici gücü sayesinde eşitlik ve kardeşlik tesis edebilirler. Bunu yapmadıkları takdirde İslâmı kendi fırkalarının, tefrikalarının doktrini haline getirmek gibi sonu nereye varacağı bilinmeyen bir vebali temsil ediyorlar demektir.”
* * *
Bugün Türkiye, İslâmiyeti siyaset aracı olarak kullanan bir kadronun elinde, bağımsızlığını kaybetmek noktasına kadar sürüklenmiştir. Vebal budur!
Bu vebale, milletin dini değerlerine bir kültür olarak dahi saygı duymayan sözde laiklik savunucuları da ortak olmuştur. Çünkü halk, laiklik adına yapılan her dayatmayı dinine küfür saymış ve çare olarak din istismarcılarına sarılmıştır.
Fakat, İslâmi hassasiyetlerle yola çıkan kadroların, laiklik savunucularından daha fazla Batıcı olacağını kimse kestiremedi. Sonuçta bu kadroların önemli bir kısmı “Türban serbest bırakılacaksa bizi Avrupa yönetsin, Amerika yönetsin” demeye bile başladı!
* * *
Şeytanın işbirlikçileri, hâlâ bizim alnı secde gören bir kişinin Cumhurbaşkanı olmasına karşı çıktığımızı propaganda ediyor!
Hayır, Türkiye’nin sözde İslâmcılar eliyle Batı’ya teslim edilmesine karşı çıkıyoruz!
Sevr’in savunucuları da sözde İslâm adına hareket ediyordu!
Müslümanların elinde kalan son vatan toprağını kurtaran kadrolar ise Kuvayı Millîyeciler oldu!
Ayrıca kimse unutmasın ki, çağın en ileri adımlarından biri olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran irade Türk Milliyetçileri’nin iradesidir. Türkiye Cumhuriyeti veya Atatürk modeli, bütün mazlum milletlere örnek olmuş ve bu sayede Hıristiyanların elindeki topraklar azalırken, Müslümanların elindeki topraklar artmıştır!
Suat İlhan’ın tespitiyle, “Atatürk devriminden yani 1920’den önce, bugün Batı dediğimiz medeniyetin elindeki topraklar, 25.5 milyon mil kare idi. 1993’te bu rakam 12.7 milyon mil kareye, yani yarısına düşmüştür. İslam dünyası ise 1920’de 1. 8 milyon mil kare üzerinde egemenlik sahibiydi. 1993’te İslam dünyasının sahip olduğu topraklar 11 milyon mil kareye yükselmiştir.”
Bu da Atatürk modeli sayesinde mümkün olabilmiştir. Batı, kendi desteklediği “Ilımlı İslâmcılar” eliyle, bu oranı değiştirmek istiyor, mesele budur!