90'lara döner miyiz?
'Depremle yaşamaya alışmak'... Bu kavramla 1999 depreminden sonra tanışmıştık... Anlamı şuydu: Fay hatları bu coğrafyanın gerçeği... Depremler olacağını bileceğiz ve buna göre tedbirler alacağız... Şehirlerimizi, sanayi bölgelerimizi ve tarım alanlarını bu gerçeğe göre şekillendireceğiz... Binalarımızı, yollarımızı, barajlarımızı, köprülerimizi bu gerçeğe göre inşa edeceğiz...
Nasıl 'depremle yaşamaya alışmak' bu coğrafyanın bize yüklediği 'tabiî mecburiyet'se, 'terörle yaşamaya alışmak' mecburiyetinde oluşumuz acı ama bir başka gerçeğimiz... Çünkü 'sosyal ve siyasî fay hatlarımız' var ve bunlar kanunla veya kararnameyle yok sayamayacağımız, başka topraklara ya da okyanusun ortasına atıp kurtulamayacağımız gerçekler... Üstelik 'sismik' olandan daha kahredici, daha yıpratıcı etkiye sahipler...
Devlet ve millet hayatımızı buna göre düzenlemekten, tedbirlerimizi -ihmali hâlinde- yıkım gücü depremlerden daha yüksek bu gerçeğe göre almaktan başka çaremiz yok... Beraber yaşamaya mahkûm olduğumuz deprem gerçeği, yaşanılan büyük acıların tecrübesi eşliğinde bize binaların nasıl sağlam zeminlere, mutlak denetimle, dayanıklı malzemeyle yapılmasını öğretiyorsa, bin yıldır tutunduğumuz bu topraklar bize 'düşmanla ve terörle yaşamaya alışmak' gerçeğini öğretmiştir...
***
Devletin sözde 'çözüm'e ısıta ısıta hazırlandığı yılların başında ikaz etmeye çalışmışız: "Ütopik ve gamsız liberaller ve hayalperest siyasî İslâmcılar bunu algılamakta zorlansalar da, hatta 'paranoya' şeklinde değerlendirseler de, biz, devlet ve millet binamızı bu gerçeğin dayattığı tedbirlerle donatmak ve yaşatmak mecburiyetindeyiz..."
Yıllarca 'güvenlikçi politikalar' aşağılandı ve 'geçmiş günahlar'ın faturası bu politikalara kesildi... Yasalar buna göre düzenlenirken, televizyon ekranları ve gazete köşeleri, terör örgütlerinin aslında gerçekten terör örgütü olup olmadığını tartışan, hatta nerede terör varsa onun devletle ilişkilendirilmesini savunan 'beslemeler'le dolduruldu...
Resmî televizyonumuzun ve ajansımızın bile dili değişmişti... Terör örgütünden bahsederken 'terör örgütü' diyemiyorduk!.. 'Güvenlikçi politikalar'ı ne kadar uzağa kovalarsanız ve tarifi 'PKK'ya müzahir' unsurlara ait 'demokrasi' merhemini nereye sürerseniz iyi gelecekti!.. Oysa terörle mücadelenin tek alternatifi vardı, o da 'terörle daha iyi mücadele'ydi... Şimdi çok acı bir tecrübeyle, bu yakıcı gerçekle karşı karşıyayız...
***
90'lara mı dönecekmişiz? Döneceksek dönelim... Gerekirse 1990'lara değil, 1090'lara dönelim... Asya'nın ortasına dönemeyeceğimize göre, kendimize, yani bu toprakları bize vatan kılan büyük ruha dönelim ve ödeyeceksek de bunun için bedel ödeyelim...
Bu coğrafya bizim kaderimiz ve ayakta kalmak için tedbirlerimizi ona göre almak durumundayız... Dün Mondros'la sağlanmak istenen, bugün karşımıza 'güvenlikçi politikaların aşağılanması' yöntemiyle, yani silâhın 'güzellikle' indirilmesi yöntemiyle başarılmak istenmedi mi?
Bundan sonraki gevşeklik ahmaklığa girmezse eğer, ihanete girer... Ya 'topyekûn akıl'a yürüyeceğiz veyahut da 'topyekûn cinnet'e... Devlet artık tarihî bir irade kuşanmak zorunda... Türk topraklarına uluslararası müdahalenin altyapısını oluşturmaya yönelik '1128 akademisyen' ihaneti adliyeden yeterince karşılık bulmamışsa bunun izahı olamaz... Üniversitelerin teröre her zamankinden daha fazla lojistik sağlayan alanlara dönüşmesinin izahı olamaz... Ahmet Takan'ın günlerce yazdığı 'Ankara'da patlayıcı yüklü arabalar' gerçeğini görmesi gerekenlerin görmemesinin izahı olamaz...
***
Bu artık parti veya hükûmet meselesi olmaktan çıktı, devletin varlık meselesine dönüştü... 'Depremle yaşamaya alışmak' gibi 'terörle yaşamaya alışmak'tan başka çaremiz yok... 'Alışmak' demek, 'teslim olmak' veya 'benimsemek' değil elbette... Uzaklarda bir ada değiliz... Sınırların, kanla, barutla, mezheple, dinle, etnik saplantılarla çizilmeye çalışıldığı gergin bir coğrafyadayız... Ülke bu gerçeğe göre yönetilmek mecburiyetindedir... İkinci bir tercih hakkımız yok çünkü...