239 yıl sonra ilk taarruz ve kurt kapanı - Büyük Taarruz

Atatürk, cepheye gitmeden önce annesiyle görüşmek istedi.
Yıllardır cephede olduğu için annesini çok az görebilmişti.
Fakat şimdi yine ayrılık zamanıydı.
Atatürk, taarruz planını gizli tuttuğu için annesine bahsetmedi.
Fakat ömrü, oğlunu cepheye göndermekle geçen Zübeyde Hanım anlamıştı.
Kısa süre sonra oğluna mektup yazdı:
“Oğlum, seni bekledim. Gelmedin.
Cepheye gittiğini biliyorum.
Savaşı kazanmadan geri gelme.”

Afyon'a çekilen düşmanı denize dökmek için fazla zaman yoktu.
11 yıldır süren savaşın ardından Türklerin atımlık tek kurşunu kalmıştı.
Düşmanı tek hamlede yok etmek için riskli bir plan gerekiyordu.
Atatürk, taarruz planını gizli tuttu.
Futbol maçı düzenleyip komutanları davet etti.
Ankara'da çay partisi düzenledi.
Bu plan o kadar kusursuz işliyordu ki meclis bile ordunun çürüdüğünü,
hareket edemeyecek hale geldiğini söyleyerek Atatürk'ü eleştiriyordu.
Muhaliflerin bu kara propagandası Atatürk'ün işine geliyordu.
İngilizlerin Black Jumbo adlı casusluk örgütü Türk birlikleri hakkında
elde ettiği açık ve gizli bilgileri İstanbul’daki İngiliz karargâhına bildirmişlerdir.
Ajanlar tarafından mecliste konuşulanları öğrenen İngilizler bir taarruza ihtimal veremiyordu.
Yunan Ordusunun asker sayısı 180.000’e ulaştı.
Yunan takviyelerine karşın, ilk başta Türk Ordusu
Yunan işgal güçleri karşısında batı cephesinde 60.000;
Fransa’ya karşı güney cephesinde (Kilikya) mücadele eden birlikler
25.000 olmak üzere toplam 85.000 askerden ibaretti.
Amerikan askerî belgeleri tarafından da hemen hemen teyit edilen bu durum,
Sakarya Meydan Muharebesi’nde Türk gücünün Yunan Ordusunun
yarısından bile daha az olduğunu göstermektedir.
Atatürk gizlice cephe ziyaretleri yapıyordu.
İsmet Paşa, Fevzi Paşa, Yakup Şevki Paşa ile harekat planını oluşturdular.
Yapılacak hamle dağlık bölgeden sızarak düşmanı asla beklemediği güney hattından vurmaktı.
Fakat bu oldukça riskli bir plandı.
Ordunun büyük bir bölümü gece vakti kaydırılacaktı.
Fark edilmesi halinde büyük bir hezimet yaşanabilirdi.
Yakup Şevki Paşa kaybedilmesi halinde hain ilan edileceklerini söyleyince
Atatürk tüm sorumluluğu üzerine aldı.
"Sorumluluk bana aittir. Kaybedersek beni hemen asarsınız" diyerek tartışmayı bitirdi.
Mustafa Kemal Paşa’nın planı kesindi.
Yunanlıların en güçlü olduğu yer olan Afyon’a saldırıp,
birlikleri ikiye bölüp ana bölüğü kurt kapanı dediğimiz kapana almayı düşünüyordu.
21 Ağustos 1922 tarihli gazetelerde, Mustafa Kemal Paşa’nın
Çankaya’da bir çay ziyafeti vereceği haberleri yer alıyordu.
Oysa ki Başkomutan, Batı Cephesi Karargahı’nda, İsmet İnönü’ye
26 Ağustos 1922 sabahı düşmana taarruz edilmesi emrini veriyordu.
Büyük taarruzun komuta heyeti;
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa,
Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa,
Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa,
1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa,
2. Ordu Komutanı Yakup Şevki (Subaşı) Paşa,
5. Süvari Kolordu Komutanı Fahrettin (Altay) Paşa
ve
Kocaeli Grup Komutanı Kurmay Albay Halit’ten oluşuyordu.
Başkomutan taarruz başlamadan önce uygulanması için
Batı Cephesi kurmay başkanı Kurmay Albay Asım Gündüz’e (Orgeneral) şu emri vermiştir;
“25 Ağustos akşamı her türlü haberleşmeye son verilecek.
Limanlara giriş-çıkış durdurulacak,
İstanbul ile İzmit arasındaki kara ve demiryolu ulaşımı kesilecek.
Biz işimizi bitirene kadar dünyanın Anadolu’dan haberi olmayacak.”

İngiliz ve onların haber alma başarılarına güvenenler,
Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’ya bir darbe yapıldığını düşünmekteydiler…
Türk cephesinde bunlar olurken Yunan cephesinde ise
25-26 Ağustos gecesi Afyon orduevinde bir balo tertiplenmiştir.
Yunan subayları bu baloda aileleriyle birlikte eğlenmektedirler
Taarruz sabahın ilk ışıklarında saat 05.30’da topçu hazırlık ateşiyle
bütün cephede başladığında Yunan komuta heyeti tam bir şok yaşamaktadır.
Bu taarruz 1683’te 2. Viyana yenilgisinden tam 239 yıl sonra
Türk ordusunun başlattığı ilk taarruz olmuştur.
Sabahın ilk ışıklarıyla aydınlanmaya başlayan Kocatepe’de,
tahrip ateşi ve ardından gelen imha ateşiyle başlayan savaşı
Mustafa Kemal Paşa şu şekilde anlatmaktadır;
“26 Ağustos sabahı Kocatepe de bulunuyorduk
Sabah saat 05.30 da topçu ateşimizle saldırı başladı…
26 ve 27 Ağustos günlerinde, yani 2 gün içinde
Afyon’un güneyinde 50 km. doğusunda 20-30 km. uzunluğunda berkitilmiş bulunan
düşman mevzilerini ele geçirdik.”
57. Tümen Komutanı Albay Reşat Bey hedefi olan Çiğiltepe’yi
düşman ateşinin bu bölgede yoğunlaşması üzerine
söz verdiği saatte ele geçiremediği için tabancasıyla intihar etmiştir.
Bıraktığı notta “Yarım saat içinde size o mevzileri almak için söz verdiğim halde,
sözümü yapamamış olduğumdan ötürü yaşayamam!” yazılıydı.
Çok geçmeden yarım saat sonra hedef alındı.
Yenilen düşman ordusunun büyük kuvvetlerini 30 Ağustos’a kadar,
Aslıhanlar yöresinde çevirdik.
30 Ağustos’ta yaptığımız savaş sonunda düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik.”

27 Ağustos akşama doğru Afyonkarahisar’ın kurtarıldığı haberi Ankara’ya ulaştı.
Yunanlar kurt kapanına sıkışmış ve plan işe yaramıştır.
Nurettin Paşalar, Fahrettin Paşalar, Şevki Paşalar, zafer üstüne zafer alıyordur.
Ankaralılar sevinçlerini paylaşmak için sokakları doldurmuş,
“Yaşasın millet, yaşasın ordu, yaşasın Gazimiz” diye
coşkulu bir sevinç içinde bağırıyordu (Cebesoy, 1957, s. 57).
Büyük Taarruz ve Başkomutan Muharebesi bütün ekonomik zorluklara rağmen
26 Ağustos 1922’de başlayıp beş gün beş gece süren şiddetli çarpışmalardan sonra
düşman kuvvetlerinin büyük kısmının imha edilmesiyle son bulmuştur.
TBMM orduları, Başkomutanın Akdeniz’i hedef gösteren emriyle süratle
İzmir’e doğru ilerleyerek takip harekâtına başlamıştır.
Bu harekât oldukça süratli gerçekleştirilmeliydi.
Çünkü Yunan ordusu kadın, çocuk ve yaşlı ayırmadan öldürerek,
evleri yakarak/yıkarak ilerliyordu.
Hacı İsmail Köyü erkekleri iple bağlanıp yatırılarak
kurbanlık koyun gibi kesildi.
Karadere Köyü'nün kadınlarına tecavüz ettiler.
İmranlar Köyü'nde, ırzlarına geçmek üzere bütün kadınları bir eve topladılar;
kendilerini korumaya çalışanları lime lime doğradılar.
Tekkeler Köyü'nde bacaklarından asılan on beş genç kızı,
insan aklının alamayacağı işkenceler yaparak öldürdüler.
Çınarcık'ta, erkek çocukları, annelerine tecavüz etmeye zorladılar.
Yaptıramayınca hepsini süngülediler.
Kadınların karınlarını yarıp, kundaktaki bebekleri yardıkları karınlarına gömdüler.
Ağva'ya bağlı Çanaklı Köyü'nün kadınlarını bir araya toplayıp soydular.
Çırılçıplak halde kocalarının katledilişini izlemeye zorlanan kadınlar,
sonrasında toplu tecavüze uğradılar.
Küpelerini almak için kulakları, bileziklerini almak için bilekleri,
yüzüklerini almak için parmakları kesildi; acıyla kıvranarak can verdiler.
Yaşanan zulmün en ağır boyutlarını görmek isteyenler Yakup Kadri’nin
Millî Savaş Hikâyeleri adlı kitabını da okuyabilir…
Bu nedenle piyadelerle ile süvariler aynı günde 9 Eylül’de İzmir’e girdi.
Birileri “Keşke Yunan kazansaydı” ihanetine düşerken,
Yunan kazansaydı bunların daha kaç katı yaşanırdı kim bilir?
Türk ordusu takip harekâtında kat edilen yaklaşık 400 kilometrelik mesafeyi,
motorlu birliklerle değil sırtında 17 kg savaş yükü taşıyan yaya piyade ve süvari birlikleriyle
10 gün gibi kısa bir zamanda alarak Harp Tarihi’ne “Yıldırım Harbi” örneği vermiştir.
Mustafa Kemal Paşa ise 31 Ağustos’ta
muharebe meydanında gördüğü manzarayı şöyle anlatıyordu:
“Muharebe meydanını dolaştığım zaman, ordumuzun ihraz ettiği zaferin azameti ve
buna karşılık, hasım ordusunun uğradığı felaketin dehşeti beni çok duygulandırdı.
Sırtların gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, mahfuz ve
örtülü yerler, bırakılmış toplar, otomobiller, sınırsız teçhizat ve
malzeme ile ve bütün bu metrukât aralarında yığınlar teşkil eden ölülerle,
toplanıp karargâhımıza sevk edilen esir kafileleri ile hakikaten bir mahşeri andırıyordu.”

Esir edilen Yunan General Trikopis’i nezaketle karşıladı Paşa.
Sigara ikram etti, hayranlıkla Mustafa Kemal Paşa’yı seyreden
General Trikopis’in ağzından ise şu ifadeler dökülebildi:
“Ben sizin bu kadar genç olduğunuzu bilmiyordum, General”
1 Eylül’de Uşak,
2 Eylül’de Eskişehir,
6 Eylül’de Balıkesir ve Bilecik,
7 Eylül’de Aydın,
8 Eylül’de ise Manisa
düşman ellerden alındı.
Mustafa Kemal Paşa ve ordusu son vuruşu ise 9 Eylül’de İzmir‘de yapmıştır.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa 10 Eylül 1922’de
İzmirlilerin coşkulu karşılaması arasında İzmir Hükümet konağı balkonuna çıkarak
halka hitaben bir konuşma yapmıştır.
Konuşmasının son cümlesini şöyle bitirmiştir.
“Bu Başarı Milletindir”
Taarruzdan önce on beş gün sonra İzmir’de olacağını söyleyen Mustafa Kemal'in,
zaferin ardından Salih Bozok’la girdiği şu diyalog tarihe geçer:
Kordon’da yürürken Salih Bozok’a “Kaç gün oldu” diye soran Mustafa Kemal,
“14” yanıtı alınca “Bir gün yanıldık o zaman” der.
İzmir’de Paşa’nın kalması için bir bina hazırlanmıştır.
Binanın mermer girişi üzerine Yunan bayrağı serilmiştir.
Bu durumu gören Başkomutan “Bu niçin” diye sorar.
Yanındakiler heyecan için de açıklama yaparlar.
“Kral kalacağı eve, bizim bayrağımızı çiğneyerek girmişti.
Ne olur Paşam sizde onun gibi yapın. Öcümüzü alın”

Bir kadın, gözlerinden yaşlar süzülerek “Lütfen” diye yalvarmıştır.
Belli ki Yunan kralının yaptığı onurlarını çok incitmişti.
Paşa “Sizi anlıyorum” dedi.
“…Ama o bir milletin timsalini çiğnemekle hata etmiş. Ben o hatayı tekrar edemem.”
Muzaffer’e döndü: (Muzaffer Paşa’nın emir subayıdır.)
“Kaldır çocuk” Muzaffer bayrağı topladı…
Gel gelelim bilinmeyen bazı gerçeklere…
Mustafa Kemal’in liderliğinde birleşen ulusal direniş, bir taraftan
emperyalist güçlerle çarpışırken bir taraftan da içerideki ayaklanmalarla uğraşıyordu.
Bu ayaklanmalar, padişahın desteklediği gerici ayaklanmalar ile
Güneydoğuda ki Kürt ayaklanmaları idi.
Kurtuluş Savaşında Türkler cephede savaşırken,
Kürtler Ankara hükümetine İngiliz desteğiyle başkaldırıyorlardı.

Milli mücadelenin Türkler ve Kürtler tarafından birlikte verildiği iddiasını,
tarihsel gerçekler ve rakamlar yalanlıyor.
Kurtuluş Savaşında verdiğimiz 34 bin şehidin sadece 700’ü Kürt’tü.
Milli Mücadele sırasında 4,
Cumhuriyetin ilanından sonra ise 11 Kürt İsyanı çıkmıştır.
Bu süreçte 1. Dünya Savaş’ında dahi İngilizlerle birlik olup
Osmanlı’yı sırtından vuran Arapların da en ufak katkısı olmamıştır.
Türkiye’yi ayakta tutan tek güç Türk’tür, Türklüktür.
Araplaşarak, Türklük benliğini yitiren toplum vatan sathını da kaybetmektedir.
Gazi Paşa’nın da söylediği gibi:
“Bugün hepimize düşen ortak görev; ulusal değerlere, bilince, Cumhuriyet'e sahip çıkmak,
Çanakkale'yi, Kurtuluş Savaşı'nı kazanan ruhu korumak ve
bu bilinci gelecek kuşaklara aktarmaktır.
Türk Ulusu dili, kültürü, tarihi ve saygın kimliğiyle
aydınlık yarınlara el ele güçlü biçimde yürüyecektir.”

Son söz olarak; “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” diyebilene…
.
Kanalıma Abone Olmayı ve Bildirimleri Açmayı Unutmayın: Erdem Avşar (UluTürk) - YouTube

Yazarın Diğer Yazıları