Zihniyet değişmeden olmaz
Özellikle muhafazakârlık konusundaki zihniyet.
Muhafazakârlık, dinin şekil tarafına uymak ve onları muhafaza etmek demek değildir.
Muhafazakârlık, memleketin çayını suyunu, deresini tepesini korumaktır; ormanını, yeşilini korumaktır.
Muhafazakârlık, şehirlerimizin tarihî dokusunu, yalısını, köşkünü korumaktır; camisini, hanını, hamamını, kulesini, surunu korumaktır. Şehirlerimizi gökdelenlerle doldurmak muhafazakârlığın tam zıddıdır; bu, muhafazakârlık değil yıkıcılıktır.
Muhafazakârlık, kültür unsurlarımızı hiç değiştirmeden, modernleştirmeden, olduğu gibi muhafaza etmek ve uygulamak da değildir.
Muhafazakârlık, kültür unsurlarımızı tespit etmek, onların özgün biçimlerini tarih ve etnografya müzelerinde sergilemek, böylece onların kaybolmasını önlemektir. Fakat kültür unsurları konusundaki asıl muhafazakârlık onları modern vasıta ve usullerle geliştirmektir. Çünkü geliştirilmeyen kültür unsurları yozlaşır ve donar. Donmak da ölmek demektir. Bu sonucun muhafazakârlıkla bağdaşmadığı açıktır.
Kalkınma konusundaki zihniyet de değişmelidir.
Gökdelenler dikmek; yollar, köprüler, tüneller yapmak; buzdolabı, çamaşır makinesi, otomobil imal etmek hiç şüphesiz insan hayatını rahatlatır. Ancak bunlar sonuçtur. Sanayi ve teknolojiyi yaratan zihniyet bilim zihniyetidir. Öyleyse kalkınma için yapılacak ilk iş bilime yönelmektir.
Bilime yönelmek için öncelikle bilim politikasına sahip olmak gerekir. 15 yılda, 30 yılda bilim alanında ülkenin nereye gelmesini istiyoruz? Öncelikle bunun için bir politika belirlenmesi gerekir.
Bilim politikası, TÜBİTAK demek değildir. Bilim politikası her şehre, kasabaya üniversite açmakla da olmaz. Bilim politikasının temeli, dünya çapında, birinci sınıf bilim adamı yetiştirmektir. Yani temelde insanı yetiştirmek vardır.
Yapılacak ilk iş, temel fen bilimleri ile sosyal bilimlerin okutulduğu fakülteleri, yani fen ve edebiyat fakültelerini ele almaktır. Çünkü bilim adamı yetiştirmek bu fakültelerin işidir.
Şu anda en düşük puanlı öğrenciler, fen ve edebiyat fakültelerine gitmektedir. Yani bilim adamı yetiştirmek üzere kurulan fakültelerimize en düşük puanlı öğrencileri almaktayız. Bu durum, Türkiye'nin bir bilim politikası olmadığının en açık delilidir.
Bu konuda yapılacak işin ne olduğu açıktır. Durumu tersine çevirmek. Yani en yüksek puanlı öğrencilerin fen ve edebiyat fakültelerini tercih etmelerini sağlamak.
Teşviklerle, bu fakülteleri tercih edecek gençlere burs ve kredi vererek, iş garantisi sağlayarak bu iş çözülür. Tabii bu arada fen ve edebiyat fakülteleri kontenjanlarının azaltılması da şarttır.
İkinci bir iş, 20 veya 30 üniversiteyi tespit edip 20-30 yılda bunların ilk 500, hatta ilk 100 içine girmesini sağlamaktır. Seçilecek üniversiteler, en iyi yetişmiş öğretim üyeleriyle güçlendirilir. Gerekirse yurt dışından getirtilecek bilim adamlarıyla desteklenir.
Bütün bunlar için liyakate, adalete, hukuka önem veren bir yönetim gerekir. Beynini taassuptan kurtarabilmiş bir yönetim gerekir. Yandaş kayırmayan, çoluk çocuk ve akraba zengin etmeyen bir yönetim gerekir. Vatan topraklarını ona buna peşkeş çekmeyen, şuna buna satmayan bir yönetim gerekir.
Eğitimdeki bütün çarpıklığa ve yozlaşmaya rağmen iyi yetişen, okuyup araştıran ve sorgulayan bir gençlik yetişmektedir. Ve bu gençler böyle bir yönetim özlemi içindedirler. Geleceği gençler belirleyeceğine göre umutsuz olmaya gerek yoktur.