Yeni yüzyıllar için
Cumhuriyetimizin 100. Yıldönümü yaklaşıyor… Yüzyıllardır alevlerin sürekli yaladığı bu zorlu coğrafyada, Türk’ün millî devletinin yüzyıllarca kalıcı olması, Türk varlığının, Türk akıl ve basiretinin, Türk savaşçılığının ve tarihî tecrübeye sadakatin korunmasıyla mümkündür ancak…
Bu vesileyle, affınıza sığınarak, kendimizce çıkardığımız, devletimize ve demokrasimizde olması gereken bazı tecrübe ve riskleri lüzumuna binaen hatırlatmak isterim:
Devlet, herhangi bir cemaat, örgüt, tarikat veya başka bir yapılanmaya avantaj sağlayan, imkân aktaran ya da büyüyerek kendisini yutacak bir hâle dönüşmesine yol veren bir yapı olamaz…
Kişilerin akıllarını, önder, imam, lider, şef, reis, başkan vs. herhangi bir faniye topluca ciro ettikleri hiçbir yapı sağlıklı değildir… Bu yapıların hiçbirinde düşünce ve bilim üretilemez, gelecek doğru kurgulanamaz…
Devletler akıl ve adaletle ayakta durmak mecburiyetindedir… Aklın bir başka akla kiraya verildiği, adaletin de cemaat, tarikat veya örgütlerin önceliğine göre düzenlendiği ahmakça yapılar, önce devleti kemirir… Cemaatin, örgütün veya tarikatın hatırı devlet hatırının üzerindedir çünkü…
Hangi niyetle olursa olsun, bu tip yol verildiğinde, önce kendilerini 'koalisyon ortağı' hissederler, sonra da 'devletin tek sahibi' olmaya çalışırlar… Yaslandıkları 'kutsal gerekçeler' onları mecburî bir istikamete sokar…
Tasavvuf sınırlarını aşarak, kamu yönetimine göz koyan, millet iradesiyle şekillenmesi gereken siyaset kurumunu, kamu yönetimini ele geçirmek için manivela olarak kullanan her yapı dış düşman kadar tehlikelidir…
***
İşe girmenin, terfi etmenin, makam sahibi olmanın, tayin çıkarmanın en etkili yöntemi olarak bir tarikat, cemaat veya örgütün referansına ihtiyaç duyulduğu hiçbir düzen adil değildir… Bu kapı bir kere aralandığında derhal ardına kadar açılır… Hiç ilgisi olmayan kişiler bile iş sahibi olabilmek veya terfi edebilmek için böylesine yapılara muhtaç hâle getirilirse, o yapılar artık insan kaynağına ulaşmakta zorlanmaz, devlet ağırlığını kaybeder…
Akılları bağlanmış, önderin dediğini 'tek ve mutlak doğru' kabul eden, tek komutla bomba yağdıran, tek komutla düşünmeden oy veren, adaletle hükmetmesi gereken yerde aldığı komuta göre davranan, tek komutla kurumun içini boşaltan her kurşun asker, her mürit, her militan, kamu düzeni ve millet iradesi aleyhine canlı bombadır…
Dün böyle olmadı mı? Bugün de başka yapılar aynısını yapmıyor mu? Sistem rayına sokulmazsa yarınlar da böyle olmayacak mı?
Bir örgütün referansıyla göreve gelen hâkim nasıl bağımsız karar verebilecek? Ya da bir rektör, asistan seçecekse, hangi kriterleri esas alacak? Bilimsel yeterliliği mi, örgütün emir-komuta zincirinden gelen talimatı mı? Cemaatin büyüyüp zenginleşmesinin ahiretine fayda vereceğini zanneden bir ihale sorumlusu, o ihaleleri kimin lehine yontup sevap kazanacak?
***
Devlet, açık denizde sürüklenen sahipsiz bir gemi midir ki, tarikat, cemaat veya örgütler onu ele geçirmek için sürekli yarışsınlar? Sıradan insanlarda hayatın her alanında oluşan 'sahipsizlik duygusu'nun bu tür yapılar üzerinden giderilmesi, devleti gerçekten zayıflatır… Yaşadığımız örneklerden belli, öyle de oldu zaten!..
"Devletin menfaati mi?" yoksa "Örgütün menfaati mi?" sorusuna karşılık verirken hiç tereddüt etmeden ikinci şıkkı tercih edenler arttıkça, doğaldır ki, kaybeden taraf 'devlet' ve ona hayat veren millet olur…
Siyaset kurumu tarafından şımartılan veya semirmesine yol açılan her yapı, kendi hukukunu, kendi maliyesini ve kendi hükümranlık alanını inşa eder… Ortak aklın, hür düşüncenin, demokrasinin ve millî iradenin olmadığı bir inşa alanıdır bu…
Bu tür yapılara prim verildikçe, iknası artık zorlaşmış insan kitleleri oluşur… O kitlelerin algı kanalları sadece tek kişinin etkisine açıktır ve 'doğru-yanlış' değerlendirmeleri o tek kişinin aklına ve önceliğine göredir… Asla tartışılamaz…