Wilson’dan Wilson'a Ankara büyükelçileri!
Türkiye’de Ermenistan ve Kürdistan diye iki devlet kurulmasını öngören ve Sevr’de Osmanlı’ya kabul ettirilen Wilson prensiplerini, şimdi ABD ve AB ele almış, gereğini yapıyor. O zaman kuramadıkları Kürdistan’ın temelini, Türkiye’yi PKK ile oyalarken Barzani ve Talabani ile birlikte attılar. Son Ermeni yalanları tasarısının gündeme alınması ile PKK saldırılarının eş zamanlı olması da aynı stratejinin ürünüdür.
* * *
Diğer taraftan, AB dayatmaları ile 57, 58, 59 ve 60’ıncı hükümetler tarafından kabul edilen uyum yasaları da aynı stratejinin yan faaliyetleridir.
Azınlık vakıflarına yeni toprak edinme hakkı tanındı, yabancı vakıflara Türkiye’de faaliyet serbestisi getirildi ve yabancılara toprak satışları da serbest bırakıldı.
Bu girişimler, Wilson prensiplerini yerine getirebilmenin alt yapısını oluşturmaya dönüktür. Edelman, Ankara’ya bunun için gelmişti. Şimdiki büyükelçinin de Wilson adını taşıması bir tesadüf müdür bilmiyorum ama, ABD’nin gelmiş geçmiş bütün Ankara büyükelçilerinin Yahudi asıllı olması herhalde bir planlamanın sonucudur! Bir de Türkiye’nin Washington büyükelçilerine bakmak gerekir. Hepsinin bir ortak tarafı var!
* * *
Tarih Vakfı’nın Rockefeller Vakfı desteğiyle, Türkiye’de Osmanlı dönemine ait azınlık tapularını araştırması, eş zamanlı olarak Amerika’daki Ermenilerin Türkiye’de atalarının sahip olduğu topraklar adına dava açmaları ve sigorta şirketlerinin kazanılan yüz binlerce davada söz konusu tazminatları sigorta etmesinin sebebi de aynıydı.
Bugün, ABD’nin çıkarı doğrultusunda eğitim veren New York Alfred Üniversitesi’nin, İstanbul şubesindeki eğitim dönemine “PKK terörü” dersiyle başlaması işte bu yasaların sonucudur.
Soros’un Türkiye temsilcisi durumundaki TESEV’in Başkanı Can Paker’in, Türkiye’nin sorunları özgürlükleri genişleterek çözmesini istemesi de işin propaganda kısmıdır.
Biz 6 Ekim 2002 günü, “Kürdistan’ın kurulması ve Irak’a müdahale sırasında bölgenin karışması, GAP bölgesinin de yeni devlete dahil edilmesi planlanıyor. Asıl hedef, Büyük İsrail’dir” tespitinde bulunmuş idik. İşte bugün PKK saldırıları ile birlikte düğmesine basılan proje budur.
* * *
Türkiye, 1997 yılında Kuzey Irak’ta, şimdi Kürt Parlamentosu’nun toplandığı Erbil’de, 1. Türkmen Kurultayı’nı yapmıştı. Gazeteciler Habur’dan geri çevrilmesine rağmen bir yolunu bulup kurultaya ben de katılmıştım. Daha sonra kurultayın ikincisi de gerçekleşti. Bu adımlar, bir sonuca bağlanamadı. Sebebi, Türkiye’nin Irak konusunda tam olarak ne yapacağını bilememesidir. Tabii bunun sebebi de siyasi iktidarların, temel bir stratejiden yoksun olmalarıdır.
Kürt Parlamentosu toplandığı zaman, Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulmasını savaş sebebi sayan dönemin hükümeti bu duruma seyirci kalmıştı. Bazı gazeteler, Barzani ve Talabani’nin “Bağımsız devlet değil, federasyon istiyoruz” şeklindeki açıklamalarını, Türk kamuoyuna pompalayarak, meselenin boyutunu küçültmeye çalışmıştı.
Barzani ve Talabani tamamen Amerikan güdümüne girdiğine göre, Türkiye’nin yapması gereken iş, bölgedeki diğer Kürt, Türkmen ve Asuri nüfusunu örgütlemekti. Kuzey Irak’taki bütün Kürtler, sanıldığı gibi Barzani ve Talabani’nin emrinde değildi. Kuzey Irak’taki Kürtlerin en az yüzde 51’i Türkiye’ye gönülden bağlıydı. Bölgede Barzani ve Talabani’nin taban bulmuş olması, Rusya, ABD ve İsrail’in örgütlemesi sonucuydu. Rusya, sonradan bölgeden çekilmiş, meydan ABD-İsrail ve Avrupa’ya kalmıştır.
Türkiye, Kıbrıs’taki gibi bir çalışmayı Kuzey Irak’ta yapmış, Kuzey Irak’tan Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş gibi liderler çıkarabilmiş olsaydı, bugünkü tabloyla karşılaşmazdı.
* * *
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın terörle mücadelede, bizim 1992 yılından beri defalarca ortaya koyduğumuz, en son “saldırı geldiği yerden defedilir” başlığı altında açıkladığımız önerilerin küçük bir bölümü ile aynı paralelde konuşması ve “uzman asker” yetiştirilmesinden bahsetmesi olumludur. Ancak, teröristleri Meclis’e davet eden de kendisi idi! Böyle mücadele olur mu?