Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Sadi SOMUNCUOĞLU
Sadi SOMUNCUOĞLU

“Uyan ey ehli vatan...”

Habur rezaletini gözleriyle gören Türk Milleti uyanarak, “ne oluyor” diye başını kaldırınca, bir an için ortalık karışmıştı. Görevliler hemen seferber olup, “Bir şey yok. Bir iki provokatörün gürültüsü. Her şey yolunda, duruma hakimiz. Sen uyumana bak” masalıyla işleri yoluna koymuşlardı. Oslo’da da aynı kepazelik yaşandı. Bu 5. görüşmede, ortalığı yine “provokatörler” karıştırmıştı. Oyuna biraz ara verildi, sonra devreye “İmralı” canisi sokuldu. Vatanımızı bölmekten, 45 bin insanımızın katlinden sorumlu, idamlık İmralı mahkumunun kapısı çalındı.
Hakikaten neler oluyordu? Aslında her şey açık ama, dışarıdan Haçlılar, içeriden işbirlikçiler ve çok marifetli yöneticiler, ortalığı öylesine toz-dumana katıyorlar ki, millet bir şey anlamıyordu. Kafalar, adeta mikserle karıştırılıyordu.
Açıklamalara göre, “Akan kan dursun. Silahlar sussun” diye görüşmeler yapılıyormuş! Ne kadar masumca değil mi?
İyi de kim kiminle, ne karşılığında görüşüyor? Gayet açık; Türkiye, vatanı bölmek isteyen hain PKK ile. Ne karşılığında? “Akan kanın durması ve silahların susması” karşılığında, “vatanımızı ve egemenliğimizi paylaşmamız” isteniyor. Eğer vermezsek, kan akıtmaya devam edermiş. Vahşeti önlemeye gücümüz yetmiyormuş, aciz durumdaymışız da, peki diyormuşuz.
Sizin buna aklınız erdi mi? Ermedi tabii. Gücünü kullanan Türkiye ile, emperyalist maşası, bir avuç hain nasıl olur da baş edebilir. On yıl önce teröristlerin hesabı görülmemiş miydi?
Hasılı bu işin içinde bir bit yeniği olmalı. Açmaya çalışalım. Hainlerle görüşmelerin 2007’den beri yapıldığı yazılıp çiziliyor. Sonuç ne mi oldu? Sıralayalım:
* Her görüşmeden sonra akan kan, verilen can, azalmadı arttı.
* Her görüşmeden sonra hainler, daha da güçlendi ve meşrulaştı.
* Her görüşmeden sonra hainler, uluslararası desteğini güçlendirdi.
* Her görüşmeden sonra, vatandaşının can-mal güvenliğini ve kanun hakimiyetini sağlayamayan ülkemiz daha da yıprandı, insanımızın moral gücü zayıfladı.
* 1998-2001 yılları arasında ezilen PKK, dirildi, azgınlaştı, TBMM’de, yurt sathında, uluslararasında ve bölgede saldırılarını küstahça artırdı, egemenliğimizi açıktan pazarlık masasına koydu.
Yedi yıllık görüşmelerin sonucu böyle. Burada da bir bit yeniği olduğu anlaşılıyor.
Bakınız, bebek katili ile İmralı’da yapılan görüşme dahil, nelerin konuşulduğunu, nasıl bir mutabakata varıldığını Türk Milleti biliyor mu? Hayır. Ama PKK, Barzani, ABD, AB, İsrail, İngiltere, Yunanistan, hasılı Haçlıların tamamı biliyor. Diğer ifadesiyle, kafası koparılmak, egemenliği elinden alınmak istenen Milletin, kendi adına yapılan pazarlıklardan haberi yok.
Acaba neden?
Medyaya sızan haberlerden biliyoruz ki, mutabakatların tamamında, PKK’nın “egemenlik, özerklik, ana dilde eğitim ve genel af” şartı var. Buna karşı Türkiye’nin hiçbir şartı yok. Ülkemizin bölünmesi sonucunu doğuracağı açık olan bu şartların, uygulamaya Türk Milletini uyandırmadan nasıl konulacağına dair teklifi var. Oslo’dan sonra İmralı’da varılan mutabakatta aynen bu 4 şart yer almaktadır.
Perşembe günü 3 PKK’lının Diyarbakır’daki cenaze töreninde konuşan Selahattin Demirtaş, bu şartları dünyaya şöyle ilan etti: “Herkes şunun farkındadır. Sadece Türkiye’deki Kürtlerin kaderi çizilmiyor, bütün Kürdistan’ın kaderi çiziliyor. Sorun eşitler arası hukukla çözülür. Çözüm, demokratik bir Cumhuriyet (egemenliğin paylaşılması) ve demokratik bir anayasa ile mümkündür. Yerinden yönetimin güçlendirilmesi, otonomi, demokratik özerklik. BDP’nin de desteklediği formüllerdir.”
Başbakan Erdoğan ise cenaze töreninin “Terör sorununun çözümünde bir samimiyet sınavı olacağını” söylüyor. Sınav yapıldı; Diyarbakır, PKK’ya teslim edildi. Polis kenara çekildi, güvenliği PKK sağladı. Bez parçalarıyla kanun, nizam tanımadan her istediğini yaptı, Türkiye’yi tehdit etti. Yöre halkı ve dünya gördü ki, orada Türk devleti yoktu.
“İmralı çözüm süreci”nde, PKK sınav dinlemedi, ama Türkiye sınavı veren oldu.

***

SONUÇ: Yaşanan garipliklerden anlaşılan o ki; Osmanlı gibi bir milletin devleti (milli) ve merkezi (üniter) yapıda kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin “çok ortaklı devlete” dönüştürülmesi çabaları sona gelmiş görünüyor. Bizim devletin ülkesi ve milletiyle bölünmesi dediğimiz, millete rağmen yapılan bu dönüşüme, iktidar sahipleri Türkiye’nin büyütülmesi adını veriyor. Yani önce bir olan devleti, milleti ve ümmeti böleceğiz, sonra çevreden geleceklerle birleştirip, büyüteceğiz.
Büyümemizi (!) de, en çok Haçlılar istiyor. Hani BOP haritası var ya öyle.

Yazarın Diğer Yazıları