Usta'nın aziz hatırası önünde!
Yakın tarihimizin Eyüplü Halit, Sülün Osman, Selçuk Parsadan'la birlikte en renkli dört dolandırıcısından birisi olan Raki'yi geçenlerde kaybettik… Sonraki dolandırıcılara bakınca 'aziz' diyebileceğimiz hatırası önünde o yazımızla bir kere daha eğilelim bari:
Dolandırıcılığın, hırsızlığın ve yolsuzluğun da bir raconu, başkalarının saygı duyabileceği yanları olmalı...
Meselâ, yakın tarihimizin hatırı sayılı dolandırıcılarımızdan Raki (Güney Zobu), gece yarısı bankadan gerçek fiyatın yarı maliyetine döviz alma imkânı yakalasaydı, o kadar aşağılık işe asla girmezdi... Mesleğine saygı duyan bir dolandırıcı kendisinden utanır o işi yapmazdı...
Raki, zeki ve karakterli bir dolandırıcıydı... Mesleği o kadar ayağa düştü ki, yüzü kızardı ve çekildi buralardan... Sonra ekmeğini 'damacana su' satarak kazanmaya başladı...
Raki, döviz bulundurmanın suç olduğu dönemlerde elinde Dolar ve Mark olan zenginleri dolandırıyor, kurban olmuş zenginler savcılığa bile başvuramıyordu... Çünkü başvursalar kendi kendilerini ele vermiş olacaklardı…
Raki, garibanı, sıradan insanı dolandırmazdı... Ona göre dolandırdıkları 'kunduzî' idi ve yaptığı iş de 'kunduzî havuzuna kova daldırmak'tan ibaretti... Kendi ifadesiyle işi 'cemiyetin yüz karaları'nı, 'şerefsiz müptezeller'i tokatlamaktı…
Oysa kamu bankasının kasasını açanlar ve o açıktan içeri dalan hırsızlar, o bankada parası olsun veya olmasın milleti soydular... Onun için 'yeni nesil hırsızlar'ın meslek ahlâkı, kuralı, raconu yoktu... Utanmasalar bankanın kasasının önüne damperli kamyon dayayacaklar ve paraları öyle götüreceklerdi...
Raki, kunduzî havuzuna kovayla dalıyordu, sonrakiler ise milletin malına açıktan dozerle gireceklerdi...
***
İçinde alın teri olmayan, zahmetsiz, beleş hırsızlıkları ve dolandırıcıları görünce eskileri arıyor insanın gözleri...
Sülün Osman'a "Devletin telefon şirketini sana verelim, sen de o devletin bankalarından asla geri ödemeyeceğin kredi kullan, malını mülkünü sat, kasanın içini istediğin gibi boşalt, günü geldiğinde de bas git... Seni araştıran da, denetleyen de, kovalayan da namerttir" teklifi götürülseydi ne yapardı acaba?
Herhalde "Kafa mı yapıyorsunuz?" diyerek gelenleri kovardı... Çünkü Haydarpaşa Tren Garı'nı İstanbul'a yeni inen saf köylüye satmak bile bundan daha fazla ciddiyet gerektiren bir işti...
Sonuçta dolandırıcı da olsa Sülün Osman'da doyma, cezaevinde "Alın teriyle yaşamak" adlı konferans verecek kadar mahcubiyet hissi vardı... Yani utanmazlığın, doymazlığın, gözü dönmüşlüğün bir sınırı söz konusuydu...
Sülün Osman'a "Gel bizim telefon şirketimizi sırtlan gibi götür" deselerdi, herhalde "Bu kadar da olmaz" diye cevap verirdi... Zaten üçüncü sınıf bir otel odasında öldüğünde, bırakın parayı, cebinde bir kimliği bile yoktu...
Oysa Lübnanlı Hariri Ailesi'ne kırmızı halıyla yol verenlerin kapılarında ve araba plakalarında kapı gibi kimlikleri oldu hep...
***
Vaktiyle bir Eyüplü Halit varmış... İstanbul'un işgal günlerindeki otorite boşluğunu kurnazca değerlendirmiş... Kiraladığı boş bir binaya 'korsan karakol' kurmuş ve komiser kılığına girip, karakola çektiklerini haraca kesmiş... Daha sonra yüze yakın kadını evlilik vaadiyle dolandırmak suçundan rekor kırmış, köprü ve saat satışlarını ilk başlatan ve Sultanahmet Cezaevi'ndeyken Mussolini'ye mektup yazıp kandırdığı rivayet olunan büyük usta oymuş!..
Eyüplü Halit'in sahte karakola çektikleri büyük oranda Yahudi, Ermeni ve Rumlardan oluşuyormuş... O daha çok gayrimüslimleri çarparken sonrakiler düzeni değiştirdi: Müslüman Müslümana!.. İşin bir tuhaf tarafı daha var... 'Çarpan'ı anladık da 'çarpılan' Müslüman da pek şikayetçi değil!.. Hatta gururlu ve mutlu!..
Eh bu müşteri kitlesi dünyanın en namuslu adamını da yoldan çıkaracağına göre, namussuz ne yapsın? Onun için 'zahmet'e, 'zekâ'ya, 'izah'a gerek yok... Dayarsın damperli kamyonu, ne varsa boşaltır gidersin!..
Kamyonun arkasına da yazdırırsın güzelce: "Paydaşlarım sağ olsun!.."