Üç yazardan kaçı cehennemliktir?

Bir zamanlar “fıkıh otoritesi” olarak kabul edilen, ancak son yıllarda siyasi konulara taraf olarak girdiği ve dini bilgisini belirli bir siyasetin dayanağı haline getirdiği için bana göre bu özelliğini kaybeden Hayrettin Karaman, hükümet ile cemaat arasındaki mücadelede de yine aynı tarafgirliği gösterdi. Öyle ki demagojiye de başvurdu ve sanki birileri savcılar ve hâkimlerin tamamının pırıl pırıl olduğunu söylüyormuş gibi cümleler kullandı ve bir “hadis” i hatırlatarak üç hâkimden ikisinin cehennemde olduğunu ifade etti!
Üç siyasetçiden kaçının, üç din adamından kaçının veya üç yazardan kaçının cehennemde olduğunu da varın siz hesaplayın artık!

***

Karaman, “hâkimleri kim denetleyecek?” diye sordu; “kendileri mi?” diye bir daha sordu ve “demokrasilerde son söz milletindir” diye hükmü verdi!
Oysa hukuk devletinde hâkimlerin de denetim esasları vardır. Fakat İslâm hukuku ile günümüz hukukunu karıştırıp işinize gelen hadisi, siyasi duruşunuzun gerekçesi olarak kullandıktan sonra demokrasiye sığınmak ne demektir. İslam hukukuna göre hukuki konularda son kararı millet mi verir?
Mesela uyuşturucudan veya rüşvetten kazandığı parayla hacca giden insanlar, sağlıklı bir siyasi karar verebilir mi?
Gasp amacı ile adamı öldürüp çöplüğe atarken, göğsündeki muskaya kıyamayıp bir yere saklayan insanın oyuyla hareket edilebilir mi?
Veya üniversite sınavlarının, polis sınavlarının, hakim-savcı sınavlarının sorularını çalıp, yüz binlerce gencin istikbaliyle oynayanların devlete hâkim olduğu bir ülkede, gerçek bir din bilgini, önce bu adaletsizliğe karşı çıkmak zorunda değil midir?
Bence İslami duruşun nasıl olması gerektiğini, bacanağı hakkında soruşturma açılan eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım gösterdi. Yıldırım “Bacanağım değil, babam da olsa gereği yapılacak, adalet yerini bulacak. Bu kadar basit” dedi.
Başbakan’ın da “babamın oğlu olsa tanımam” diyerek aynı tutumu gösterdiği ileri sürülebilir ama oğlunu ve damadını ifade vermeye göndermemek için kendi oluşturduğu Emniyet Teşkilatı’nı darmadağın ettiğinden, bu konudaki sözlerinin hiçbir değeri yoktur!

***

Peki İslâm’a göre bu konular nasıl değerlendirilmelidir?
İslam’da Kur’an’da açık hüküm varsa artık başka bir değer yargısı aranmaz. İşte Kur’an’ın hükmü:
“Ey iman edenler! Haktan yana olup, adaleti sapasağlam ayakta tutun, Allah için şahitler olun. İsterse kendinizin veya ana-babanızın ya da yakınlarınızın aleyhine olsun, isterse onlar zengin veya fakir bulunsun. Allah onları korumada herhalde sizden öndedir. Artık hak ve adalette hevese uymayın. Eğer dilinizi büker veya yüz çevirirseniz, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa-135)
Başka yoruma gerek var mı? Hukuk devleti, kendini bile kayırmayacak adalet anlayışına sahip “insanlık ordusu” ile gerçekleşir...
Tarikatçılık, mezhepçilik, cemaatçilik, particilik, hemşericilik, kabilecilik yani toptan “fırkacılık” yapılırsa, bugünkü gibi demokrasi yozlaşır, siyasi iktidar da yargıyı kendisine bağlayıp diktatörlük yaparak ayakta kalmaya çalışır!

***

Bir İslam dini uzmanı, yolsuzlukla suçlanan siyasi iktidarı kayırmak için dinden hüküm çıkarmaya çalışırsa, kendisine de topluma da yazık eder.
Bugün seçmen davranışlarını sosyoloji gözüyle inceleyecek olursak, vatandaş nezdinde en iyi yönetici, kendisini kayıran yöneticidir!
Oysa bir Müslüman, Kur’an ahlâkı ile yetiştirilmiş olsa etnik kökeni, tarikatı, mezhebi, cemaati, partisi, hemşerisi, akrabası, anne-babası, kardeşleri veya çocukları bir yana, kendisini bile kayıramaz!
Çünkü adalet, kendini bile kayırmamaktır.

Yazarın Diğer Yazıları