Üç kuvvet komutanı neden sorgulanıyor?
Önceki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, bugünkü kimlik tartışmaları ile ilgili olarak Harp Akademileri Konferansı’nda devletin temel niteliklerini ve Türk kimliğini esas alan bir konuşma yapmıştı.
Sezer, çok önemli uyarılarda bulunmuştu:
“Hiç kimse, Türkiye Cumhuriyeti’nin hoşgörüsünden kuşku duymaya, sabrını ve gücünü sınamaya kalkmamalıdır. Bunu deneyenler, Devlet, Yurt ve Ulus olarak bölünmez bütünlüğümüzü koruma konusundaki kararlılığımızdan vazgeçmeyeceğimizi bilmelidir. (...)
Farklılıklar öne çıkarılarak yapay ayrılıkların yaratılması yerine, ortak değerler vurgulanarak, ulusal kimliğimizi ve birliğimizi pekiştirebilir ve Türkiye’yi güçlü kılabiliriz.
Anayasaya göre Türkiye Cumhuriyeti’nin ögeleri, ‘Tek Devlet, Tek Ülke ve Tek Ulus’tur. Bu öğeler, ‘Tek Dil ve Tek Bayrak’ ülküsüyle tamamlanmıştır. Tek ulus bilinci oluşturulmadan tekil devlet yapısı korunamaz. (...) Türkiye Cumhuriyeti’nin öğesi olan tek ulusun adı, Türk Ulusu’dur. Anayasa’nın Ulus anlayışı Atatürk Ulusçuluğu’na dayanmakta ve Yüce Önder’in ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye Halkına Türk Ulusu denir’ özlü sözünde tanımını bulmaktadır. Tanıma göre ulus, ortak çıkarlar, ortak coşkular, ortak bir dil ve ortak duyguların toplamıdır. Bu ulus anlayışı, ırksal ve dinsel öğelere değil, Anayasa’nın başlangıcında belirtildiği gibi, ulusal gurur ve övünmede, ulusal sevinç ve tasada, ulusal varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfette ortaklık ve birlikte yaşama istenci gibi değerlere dayanmaktadır.
Türk Devleti’ne yurttaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk sayılması, Türk Ulusu’nu oluşturan öğelerin etnik kimliklerinin yadsınması anlamına gelmemektedir. Tersine tüm yurttaşların ‘Türk Ulusu’ kimliğinde buluşturulması, yurttaşlar arasında eşitliğin sağlanması, ‘çoğunluk’ içinde bulunan kimi etnik grupların ‘azınlık’ durumuna düşmemesi amacını taşımaktadır.
‘Egemenlik kayıtsız koşulsuz Türk Ulusu’nundur’ kuralı da, çoğunluk, azınlık, din, ırk ayrımı yapmadan, Türk Ulusu’nun tüm yurttaşları kapsadığını gösterdiğini belirtir.
Türk Ulusu’nun birliğini ve huzurunu bozmaya yönelik uğraşlar, tekil devleti hedef alan girişimlerdir. Bu girişimlerin sonuçsuz kalmaya mahkum olduğu bilinmelidir.”
***
Sezer’in bu konuşmasından sonra aynı makama, daha önce “Milliyetçilik öyle olmuş ki, Türkçülük şeklinde alınmış ve bu ister istemez aksini de bazı insanların aklına getirmiştir. Mesela bunları açık söylemek zorundayım, ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’lafını tutup her yere yaza yaza, Türkiye aslında ilkel bir hale dönmüştür. Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden, en büyük tahribatı vermiş olan sistemin ilkelerinden biri de laiklik ilkesidir.
İkinci Cumhuriyet, yeni Osmanlıcılık kavramlarının ve bu tartışmaların ortaya gelmesini ben çok sağlıklı görüyorum ve geleceğe çok ümitle bakıyorum” diyen bir kişi; Abdullah Gül seçildi.
İki Cumhurbaşkanı arasındaki bu derin farklılık, 2003-2004 döneminin üç kuvvet komutanının, Ergenekon soruşturması sebebiyle savcılığa ifade vermesinin de sebebidir.
Zaten Tuncay Güney’in işkence ile alınan ifadesinin MİT raporu haline dönüştürülmesinden sonra, konuyla ilgili olarak “delillendirin” talimatını veren kişi de Abdullah Gül idi.
O kuvvet komutanlarının görevleri arasında, Sezer’in açıkladığı devletin kuruluş felsefesini korumak da vardı.
Bir devletin kuruluş felsefesini ilkellik olarak yorumlayan kişi, o devletin başına, üstelik milliyetçi bir partinin desteği ile gelebilmişse, o ülkede A’dan Z’ye her şey soruşturulmalıdır. Sadece savcılar tarafından değil, bütün vatandaşlar tarafından!