Türkler bu kadar saf mıdır?
Hiç tanımadığınız bir kişi sizi telefonla arıyor ve kendisini Cumhuriyet savcısı olarak tanıtıyor, banka hesaplarınızdan terör örgütüne para aktarıldığını, konuya ilgili gizli bir operasyon sürdürüldüğünü, dolayısıyla elinizdeki bütün nakit parayı, vereceği hesap numaralarına yatırmanızı istiyor. 38 bin liranız var. Telâşla evden çıkarak bir bankaya ait bankamatikten verilen hesap numaralarına paraları yatırmaya başlıyorsunuz. Bu arada eşiniz durumu oğlunuza haber veriyor. O da bir dolandırıcılık olduğunu düşünerek polisi arıyor. Polis ekibi siz bankamatik başında para yatırmaya çalışırken buluyor ve durumu anlatıyor.
Sivil giyimli dolandırıcılık masası polislerini sahte polis zannediyorsunuz ve kaçarak ellerinden kurtulmak istiyorsunuz. Polisler sizi beş yüz metre takipten sonra yakalayabiliyor ve Emniyet Müdürlüğü’ne götürüyor. O zaman sizi kovalayanların gerçek polis olduğunu anlıyorsunuz.. Tam bu sırada dolandırıcı bir daha arıyor. Telefonu polis açıyor. Dolandırıcı polise çıkışıyor, “İşimizi bozuyorsunuz. Ne güzel tezgâha düşürmüştük. Bir daha nerden bulacağız böylesini” diyor..
***
Bu olay Aydın’da, 65 yaşındaki SGK emeklisi Recep Yıldızcı’nın başından geçiyor..
Burada en çarpıcı olay, Recep Bey’in sahte savcıya inanması ama gerçek polisleri sahte polis zannetmesidir..
Eski ceza yasasında suç tanımı yapılırken, dolandırıcılık maddesinde “her kim, bir kimseyi hulûs ve saffetinden bilistifade kandırırsa” denilirdi..
Şimdiki yasada ise “bir kişiyi kandırabilecek nitelikte hile ve desiseler yaparak hataya düşürmek”ten söz ediliyor..
Herkes “Recep Bey de çok safmış” diyebilir ama her gün yüzlerce vatandaş benzer yöntemlerle dolandırılıyor.. Vatandaş, kendisini telefonla arayana inanıyor da konunun uzmanı olan kişinin uzmanlığına veya yetkili kişi olduğuna inanmıyor.
İşte Türkiye’de seçimleri de vatandaşın hulûs ve saffetinden kim daha çok yararlanıyorsa onlar kazanıyor. Hem de 1946’dan beri..
***
Bir düşünelim.. Adam dindar olduğu için veya kendisini öyle göstererek oy istiyor. Oysa o kişi tescilli bir mason! Mason locasından, mason olmadığına dair sahte bir belge alıyor ve bu belgeyi gösterince bütün delegeler inanıyor. İçlerinden biri olan gerçekten dindar olan kişiye değil de masona oy veriyorlar. Genel seçimlerde de bütün tarikat önderleri, mason adaya oy verilmesini istiyor.. Sonuçta bir mason, Başbakan ve Cumhurbaşkanı oluyor.
Veya adamın ABD ile anlaştığını bilmeden “dindaş”tır diye oy veriyoruz, adam iktidara gelince, ülkesini babalar gibi satmaya başlıyor. Bu da yetmiyor, Amerika adına İslam ülkeleri halkını isyana davet ediyor, oralarda iç kargaşa çıkaracak gruplara para gönderiyor, militanlarına askeri eğitim veriyor.. Bütün bunları, Irak’ta birbuçuk milyon Müslümanı katletmiş bir ülkenin geliştirdiği projenin eş başkanı sıfatıyla yapıyor. Hatta Müslüman askerler için değil Hıristiyan askerler için dua ettiğini de söylüyor. Üstelik o projenin haritalarında sizin ülkeniz de bölünmüş olarak gösteriliyor. Buna rağmen, ona dokunmayı ibadet sayacak kadar şirk içine girenleri milletvekili seçiyoruz..
Veya adam “insanca hakça düzen” diyor ama o da dünyayı yöneten 12 kişilik komitenin beyni tarafından özel yetiştirilmiş bir kişi.. Adamı demokratik solcu zannediyor ve oy veriyoruz...
Veya adam Sorosçu ama onu antiemperyalist, milli bağımsızlıktan yana bir solcu zannediyoruz..
Veya adamı NATO yetiştirmiş, özel kurstan geçirmiş, direnç gösterebilecek bir kitleyi kontrol görevi vermiş ama onu eleştireni hain zannediyoruz..
Ve buna da demokrasi diyoruz..
***
Milliyetçi, muhafazakâr veya solcu ama bu kadar saf, bu kadar aldatılmaya müsait, bu kadar aklını kullanmayan bir toplumun, milli veya şahsi şerefini, haysiyetini koruması veya varlığını devam ettirebilmesi mümkün olabilir mi?
“Allah, aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır” denmiyor mu Kur’an’da.. Veya Hz. Peygamber, “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” demiyor mu?
Yoksa çoğunluk, olan bitenin farkında da siyasi partilerden çıkar temin etmek için mi dindar, milliyetçi veya sosyal adaletçi görünüyor? Yoksa ben mi çok safım da bundan haberim bile yok? Yani Mevlâna’nın “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” sözünü tutanların oranı çok mu düşük bu ülkede?
Yoksa Türkiye’ye bu tezgâhı kuranları açıkladığımız için mi bize kızıyorlar?
Her neyse, bir daha nereden bulacaklar Türklerin bu kadar safını?