Türkiye’ye kurulan kumpas 10 Kasım’da saat 9’u 6 geçe başladı
O kara gün: 10 Kasım
Saat: 9’u 6 geçiyor!
Atatürk gözlerini bu dünyaya kapattı, tüm masumiyetiyle beraber ebediyete intikal etti.
Ona gönülde bağlı olan, şükran ve minnet duyan herkes yasa bürünürken
Siyasi ikbalini düşünenler ile Türkiye’ye kin güden bir takım zevat ise ellerini ovuşturmaya başlamıştı.
Dışta ve içte yeni cumhuriyetin düşmanları kapalı kapılar ardında zil takıp oynamaya başlamıştı.
Hayatını vatanı, milleti için feda eden o adam artık gitmişti
Milletinin istikbalini düşünen o büyük adam gitmişti.
Milletinin refahına ömrünü adayan o yüce insan gitmişti.
“Çizmelerimi tekrar giydirmeyin” diyerek tek lafla düşmanı dize getiren o kudretli insan artık yoktu.
İçte cumhuriyetin yılmaz düşmanları, dışta ise uğradıkları hezimetin hazmedemeyişini yaşayan düşmanların önündeki en büyük engel kalkmıştı.
Artık Türkiye’de istedikleri gibi at koşturmaya başlayabilirlerdi.
Atatürk dönemi sonrası başlıyordu Türkiye için artık.
Bu dönem için tek bir cümleye odaklanmamız yeterli aslında: “Türkiye küçük Amerika olacak”
Peki kim söyledi bu sözü ilk dersiniz?
Bu sözü söyleyen ilk isim Türkiye Cumhuriyeti’nin 2.adamı İsmet İnönü’nün Bayındırlık Bakanı ve 1971-72 döneminin Başbakanı Nihat Erim’in ta kendisiydi.
Erim 1949’da İzmit’te katıldığı bir etkinlikte "Yakın bir gelecekte, Türkiye küçük bir Amerika hâline gelecektir" şeklinde demeç vermişti gazetecilere.
Bundan tam 8 yıl sonra ise bu sefer ülkenin yeni iktidarı Demokrat Parti’nin Cumhurbaşkanı Celal Bayar söyleyecekti bu sözü. 1957’de Taksim’de konuşan Bayar, "Öyle ümit ediyoruz ki otuz sene sonra bu mübarek memleket, 50 milyon nüfusu ile küçük bir Amerika olacaktır" ifadelerini kullanmıştı.
Dikkat ederseniz her iki parti de güçlerinin zirvesinde ve “tahttan” inmelerine rakam kala en güçlü oldukları dönemde sarf ediyordu bu sözleri.
Daha sonraki süreçte ANAP lideri Turgut Özal da aynı felsefeyi güttü. Ancak ona daha sonra geleceğiz.
Atatürk’ün bağımsızlık anlayışının terk edilişiyle başlamıştı her şey zaten.
DP iktidarı NATO’ya girebilmek için Türk askerini meclis onayına dahi sunmadan Kore’ye gönderdi.
Amerikan askerleri ölmesin diye Türk askerleri şehit oldu uzak diyarlarda geride sevdiklerini gözü yaşlı bırakarak.
Türk basınında hemen hemen her gazetede başlatılan “kızıl komünist” düşmanlığı sonrası Amerika’nın özel isteğiyle kurdurulan askeri birimler Türkiye’nin tarihine kara bir leke olarak yazdırdılar o geceyi.
6-7 Eylül 1955.
Atatürk’ün doğduğu evin bombalandığı yalanıyla ülkenin azınlıklarının evleri, dükkanları yağmalandı.
O kara gecenin ardından 8 Eylül sabahı tablo şöyleydi: 11 can kaybı, 200’ü aşkın yaralı, 4200 ev, 1004 iş yeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 25 okul, 5400 fabrikada maddi zarar.[1]
Bundan 3 yıl sonra ise Türkiye’nin dışa bağımlığını daha da artıracak bir gelişme yaşandı. Zaten Truman doktrini ve Marshall Planıyla 1940’larda kafa kola alınan Türkiye, IMF ile ekonomik bağımsızlığını iyice kaybedecekti.
İktidarı sallantıda olan DP iktidarı 1958’de IMF’den ilk dış borcu aldı. Bu borcun son taksiti ise DP’nin iktidara gelişinden tam 63 yıl sonra ancak 14 Mayıs 2013’te bitebildi.
1970’lerde vatandaşlar sağcı ve solcu diye bölünürken her iki tarafın elindeki silahlarında ABD çıkışlı olduğu ve aslında Türkiye’nin bağımsızlığı gibi temelde benzer şeyleri savundukları yıllar sonra anlaşıldı.
Sağcı ve solcu diye vatandaşlar birbirlerine kırdırıldıktan sonra 1980 askeri darbesi geldi.
Bu arada ne oldu dersiniz ekonomik olarak beli iyice bükülmek istenen Türkiye’de 24 Ocak kararlarıyla devletçi ekonominin köküne dinamit yerleştirildi ve liberal ekonomiye geçisin temelleri atıldı.
1946’dan 1980’e kadar ağır ağır işletilebilen Türk ekonomisinin çöküş süreci böylece hızlandırıldı. Bundan sonraki süreçte özelleştirme, yap işlet devret gibi modellerle kamu kaynakları yandaşlara aktı gitti.
80 darbesi sonrası ise Türkiye’nin başına terör belası bulaştırılırken FETÖ ve elemanları da devleti içten çökertmek için devlet kademelerine yerleştirilmeye başlanmıştı bile.
Koalisyonlar dönemi yaratılan ekonomik darboğaz nedeniyle ülke ekonomik olarak yönetilemez hale gelirken bu dönemin sonunda AKP iktidara geldi.
Sonrası mı?
Cumhuriyeti ve tam bağımsızlığı savunan, Atatürk devrimlerinin yılmaz savunucusu TSK’ya gelmişti sıra.
Hedef TSK, operasyon Ergenekon ve Balyoz kumpaslarıydı.
Bizzat FETÖ’cü medya ve gazeteciler tarafından bu kumpaslar allanıyor pullanıyor, TSK’ya karşı millette olumsuz bir algı oluşturulmaya çalışılıyordu.
Bizzat polisler tarafından yerleştirilen sahte delillerle, bizzat FETÖ’cü savcılar tarafından hazırlanan iddianamelerle şerefli Türk subayları hapse atıldı.
15 Temmuz sonrası kumpasları savunanlar bile yönünü değiştirdi ama yitip giden onca can ve senenin ardından bir özür bile dilenmedi.
Amaç Türkiye’ye 100 yıl içerisinde yaşanmaz bir ülke haline getirmekti ve sessiz devrimle çökertmek, küçük Amerika haline getirmekti.
Evet kısmen bunu başardılar, belki çökertemediler ama Türkiye’yi yaşanmaz bir ülke haline getirerek çöküşe doğru bizi hızla sürüklediler ve sürüklüyorlar.
Buraya sığdırabildiğim ve sığdıramadığım düğmeye basanın dışarda olduğu nice olayla Türkiye Cumhuriyeti yıpratıldı ve bugünlere getirildi.
Ama bu planı kuranlar bir şeyi unuttular. O da bu vatanın yıkılmaz son kalesi: Gönlünde vatan ve millet aşkı, aklında Atatürk’ün ilkeleriyle ülkesini kanını son damlasına kadar savunan ve savunacak Türk Gençliğini.
Ama ben inanıyorum ki Cumhuriyetin 100. yılında Türk Gençliği, tam bağımsızlık yolunda gereken neyse onu yapacaktır.
Cumhuriyetin 100.yılı bir şahlanış yılı olacaktır.
Cumhuriyeti Türk Gençlerine armağan eden Atatürk huzur içinde uyusun.
Mirasını ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek için var gücümüzle savaşıyoruz ve savaşacağız.
Bu millet tarihte yaptığı gibi küllerinden tekrar doğacaktır.
TÜRKİYE’Yİ KÜÇÜK AMERİKA YAPTIRMAYACAĞIZ…
[1] Şahin, T. (2022). Türkiye’de Çok Partili Hayatın 76 Yılı. Ankara: Gece Kitaplığı. S.62