Türkiye, kaç cephede savaşıyor?
Alman ARD televizyonunun Kandil dağı ile ilgili haberine dikkat çekmek istiyorum.
“Türk jetleri, gün ağarmadan Kandil Dağları ve diğer PKK sığınaklarına yönelik bomba yüklerini boşaltıp Diyarbakır’a geri dönüyor. Ordu çevrelerinden, buradaki üslerin yerle bir edildiği söylentileri geliyor. Bu saldırının asıl hedefinin asilerin iletişim birimleri olduğunun altı çiziliyor. Böylelikle, PKK merkez karargâhı ile bunların yandaşları ve dış dünyaya olan bağlantıları kesilmiş.
Gerçekten de öğle saatlerine kadar PKK ve onun basın-haber merkezlerinden Kandil Dağlarından herhangi bir haber alınamadı.”
Haberin geri kalan kısmında Kuzey Irak yerel birimlerinin iddialarına da yer veriliyor ama Kandil dağlarından ve PKK merkez karargâhından henüz bir açıklama gelmediği hatırlatılıyor ve “Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik kara harekâtı yapması beklenmiyor” deniliyor.
Barzani yönetiminin sınır ötesi hava harekâtını dünya kamuoyunun gözünde değersizleştirmek ve hatta haksız çıkarmak için giriştiği çaba gözden kaçmıyor. “Bir kadın öldü, 4 kişi yaralandı” diyorlar ama Kandil’deki karargâha ne olduğu konusunda hiçbir açıklamaları yok! Ölü ve yaralıların kimliği konusunda da hiçbir bilgi veremiyorlar!
Demek ki Barzani yönetimi hâlâ düşmanca tutumunu sürdürüyor! Buna da kara harekâtı yapılmayacağı güvencesiyle cüret ediyorlar!
* * *
Diğer taraftan 10 Aralık’taki AB Dışişleri Bakanlarının toplandığı Genel İşler Konseyi, Fransa’nın ısrarıyla Türkiye’ye ilişkin “katılım” ve “üyelik” ifadelerini kararlardan çıkardı. Buna rağmen AB lobisi, “Kızarız ama yalvarmaya devam ederiz” tutumu içindeler. AB ise önceki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Ombudsmanlık Yasası, Vakıflar Yasası, kamu yönetimi reformu gibi siyasi yasalarda veto hakkını kullanmasını ve TSK’yı eleştiriyor. AB’nin son belgesinde, misyonerlere ve gayrimüslimlere baskı yapıldığı, azınlık vakıflarının mallarının iade edilmediği, yeni kiliseler inşa edilmesine yerel makamların engel çıkardığı öne sürülüyor ve Heybeliada Papaz Okulu’nun açılması, Patriğin ekümenik unvanını kullanmasına izin verilmesi, Kürtçe’nin eğitim dili olarak kabul edilmesi, resmi hizmette Kürtçe’ye yer verilmesi, vicdani retçilere ceza verilmemesi, lezbiyen, eşcinsel, biseksüel ve transseksüel kişilerin korunması da isteniyor.
* * *
Tam da böyle bir zamanda Genelkurmay Başkanlığı, Yunanistan’ın 1923 Lozan Antlaşması ve 1947 Paris Antlaşması’nın şartlarına aykırı olarak Türkiye’nin güvenliği açısından hayati öneme sahip olan Rodos Adası ve Oniki Ada’yı dünyanın gözü önünde silahlandırmakta olduğunu açıklamasın mı?
Ve Genelkurmay Başkanlığının internet sitesinde 20 Aralık 1522’de fethedilen Rodos’a ilişkin bilgiler ve fotoğraflar yayınlanmasın mı?
Hatta Genelkurmay, “Rodos’ta Yunanlılar tarafından yapılan baskı ve tehditler sonucu Türklerin, sahibi bulundukları geniş arazilerini ve sair mülklerini yok pahasına satarak veya bırakarak doğdukları yerleri terk etmek zorunda bırakılması adalardaki Türk varlığının hızla erimesine sebep olmuştur. Ayrıca Osmanlı dönemine ait birçok kıymetli eser ’Fethi Paşa Saat Kulesi, Türk Kütüphanesi, Türk Şehitliği vs.’Rodos’ta Vakıflar İdaresinde bakıma muhtaç bir durumdadır. Bu eserler bilinçli olarak ya harap edilmekte ya da çeşitli bahanelerle ortadan kaldırılmaktadır” demesin mi?
Gerçi Batı Trakya gezisinde Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın tutumu da yerindeydi ama artık daha net bir şekilde görülüyor ki Türkiye, sadece PKK meselesi ile boğuşmuyor, her cephede savaşıyor. O halde halkın bu konularda daha fazla bilgilendirilmesi gerekir.
Bu, sadece Türk Silahlı Kuvvetleri’nin değil, hükümetin görevidir.