Travma 85 yıl devam eder mi?
Diyelim ki, Mir Dengir Mehmet Fırat’ın dediği gibi cumhuriyet dönemi devrimleri bir gecede yapıldı ve bir travmaya sebep oldu.
Peki ama travmanın etkisi 85 yıl devam eder mi?
“85 yıl önce siz saltanatı ve hilafeti kaldırıp cumhuriyet ilan ettiniz, kılık kıyafet devrimi yaptınız, fesi kaldırıp şapkayı getirdiniz, hafta tatilini değiştirdiniz, dolayısıyla hâlâ bu devrimlerin meydana getirdiği travmanın etkilerini yaşıyoruz” denilebilir mi?
Bir defa Atatürk’ün getirdiği devrimler, uzun bir sürecin son halkasıdır. 3. Selim’den başlayan ıslahat ve yenilik hareketleri, Tanzimat, Birinci ve İkinci Meşrutiyet, ve İttihat ve Terakki iktidarı dönemleri, zaten bir devrim süreciydi. Yani bir gecelik devrim iddiası doğru değildir.
* * *
Buna rağmen travmanın etkisi devam ediyorsa, burada başka bir sebep var! Demek ki Türk toplumunun içinde bir grup insan, Türkiye Cumhuriyet Devleti’nden memnuniyetsizliğini nesilden nesile aktararak eskiye özlemi diri tuttu!
Demokratik ortamdan, din istismarından ve ABD ile AB’nin desteğinden de faydalanarak şer merkezi olarak gördüğü “Atatürk Ankarası” nı devirmek için Brüksel ve Washington’un şefaatini sığındı.
Din istismarı yaparak sağladığı iktidar gücünü ayakta tutabilmek için Washington ve Brüksel’in desteğini meşruiyet kaynağı olarak kullanan bu çevreler, Ankara felsefesini çökertmek için yine iki merkezde kulis yapıyor! Brüksel’de Türkiye’de Müslümanlara bile baskı yapıldığını söylüyor, Washington’da “Biz bir travma yaşadık” diyorlar.
* * *
“Bir gecede tekke ve zaviyeler kapanmadı mı?” diye soruyor Mir Dengir Mehmet Fırat!
Kapandı da tefessüh etmiş, kokuşmuş tekke ve zaviyelerin açık mı tutulması gerekirdi?
Diyor ki, “Benim her zaman yapmaya çalıştığım, yabancılarla konuşurken Türkiye’yi anlamaları için tarihsel bir çerçeve çizmektir!”
Sen bir siyaset adamısın; tarihsel çerçeve çizeceksen, Türkiye’de bir üniversitede konuş; partin hakkında kapatma davası sürerken Amerikan gazetesinde Türkiye’nin kuruluş felsefesini oluşturan devrimlerin travmaya sebep olduğunu ileri sürersen, partinin bir an önce kapatılmasını istediğin anlaşılır!
* * *
1925 yılında çıkarılan 677 sayılı kanunla tekke ve zaviyeler kaldırılmış, şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyyidlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, üfürükçülük, gaipten haber verme ve murada kavuşturmak maksadıyla muskacılık, türbedarlık gibi unvanlar ve faaliyetler yasaklanmıştı!
Eğer bu kanun travma yarattıysa, 85 yıl sonra ne yapmak gerekir? Kanunda sayılan unvanları serbest mi bırakalım? Travmanız ortadan kalkar mı?
* * *
Yaşar Nuri Öztürk’ün bu konudaki görüşleri şöyledir:
“Bize göre kanun, esasta İslâm tasavvufunun da şikayetçi olduğu bu müesseseye sonradan yamatılmış bir yığın hurafe ve musibeti temizlemektedir.
Tekkeler ve türbedarlıklar ise zaten bu kanundan yaklaşık yüz yıl önce büyük inkılapçı sufi Kuşadalı tarafından ’devrini dolduran kurumlar’ olarak ilan edilmişti. Tekke, İslâmdaki mistik hayatın zorunlu unsuru değildir. Demek oluyor ki, başta menfaatleri zedelenen tahrikçiler olmak üzere, bazı odakların bu kanun aleyhinde kopardıkları yaygara, haklı gerekçelere dayanmıyor. Çünkü kalabalık bir kavramlar yekûnuna rağmen, kanunun zedelediği gerçek anlamda dinsel bir kurum yoktur.
Kanunun, bugünkü Türk Anayasası’nda öngörülen temel haklar açısından bir tahlilini yaptığımızda, şunları söyleyebileceğiz: Bu kanun tasavvufu değil, birtakım iğreti merasimleri ve birtakım hurafelerle sahte unvanları siliyor. Bu arada, tekkeleri yasaklıyor. Fakat tasavvufun, tekke dışında ve tarikat yerine tasavvuf adı altında yaşamasına asla engel olmuyor.”