Tokat/Zile’den Prizren/Mamuşa’ya 600 YILLIK KÜLTÜR KÖPRÜSÜ

Açıklama: C:\Users\ASUS\OneDrive\Masaüstü\4 (2).jpg

MAMUŞA Belediye Başkanı Abdülhadi Krasniç’in 2019’da Mamuşa’da yapılan sempozyumdaki konuşmasında: “Yaklaşık 600 yıl önce Tokat’tan ve Zile’den Balkanlara gelip Kosova’yı vatan haline getirdik. Ancak anavatanımız Türkiye’yi hiçbir zaman unutmadık. Kosova’daki 38 Belediye arasında tek Türk Belediyesi, Mamuşa Belediyesi’dir. Bilindiği üzere Mamuşa Belediyesi ile Zile Belediyesi kardeş Belediye statüsünde, kültürel birlikteliğimizi perçinlemek amacıyla ikili faaliyetlere devam etmektedirler. Tokat Belediyesi’nin resmi olarak 11 ilçesi var; Hayır. Tokat Belediyesi’nin aslında 12 ilçesi bulunmaktadır. Tokat’ın 12. İlçesi Mamuşa’dır.” sözleri tarihi bir belgedir.

Mamuşalı bilim insanı Prof. Dr. İrfan Morina’nın dediği gibi “Günümüze kadar Mamuşa beldesinin tarihiyle ilgili yazılan yazıların çoğu rivayetlere ve yaşlıların anlattıklarına dayanmaktadır.” Elbette Türklerin Tokat ve Avanostan gelip yerleşmelerinden önce verimli toprakları olan birkaç hanelik Mamoşa adlı bir mezrada bazı insanlar yaşamışlardır. Bu anlatılardan biri ise tarihi bir olaya dayanmaktadır. Murat Hüdavendigar Kosova savaşının sürdüğü dönemde otağını Mamuşa’da yemyeşil dere kenarına kurmuştur.

Kosova savaşı kazanıldığı gün 15 Haziran 1389’da Murat Hüdavendigar otağından çıkıp yemyeşil dere kenarında kuş sesleri arasında yanında bulunan Mahmut Paşa’ya “Bu yerlerde Türk ve İslam kültürünü yerleştirmek için Anadolu’dan havası, suyu burası gibi hoş ve leziz olan yerlerden yoksul tebaamı buralara getiriniz. Bolca akçe vererek buraları ihya ettiriniz” der. Sonra savaş meydanına gidip şehitlerin arasında Fatiha okuyup defin emrini verirken ölü taklidi yapıp yerde yatan Milos Obilic adlı bir Sırp askeri arkadan saldırarak hançerlemesi üzerine şehit olur. Mahmut Paşa ve yanındaki subaylar kargaşa çıkmaması için askerlere sezdirmeden Priştina’ya götürüp iç organlarını Kosova Priştine’de defnetmişlerdir. I. Murad'ın cenazesi, Bursa'ya getirilmiş ve Çekirge'deki türbesine gömülmüştür. Halâ Kosova'da bulunan iç organlarının defnedildiği yer "Meşhed-i Hüdavendigar" adı ile ve Çekirge'de bulunan I.Murad türbesi birer ziyaretgah olmuştur.

Bursa’da, Murat Hüdavendigar’ın defin işleminden sonra Mahmut Paşa, Padişah olan Yıldırım Beyazıd’a babasının şehit olduğu gün Mamuşa’da söylediklerini aktarınca emir verip “Babamın vasiyeti yerine getirilecektir. Mamuşayı iyi bilenleri yanına alıp dolaş Anadolu’yu, havası, suyu, doğası Mamuşa’ya benzer yerlerden yoksul tebaayı aileleriyle Mamuşa’ya yerleştir. Bol akçe verip o yörenin ihyası sağlansın.” der. Mahmut Paşa ırmak kenarındaki Tokat/Zile ve Avanos’un hava, su ve doğasını Mamuşa’ya benzetip buralardan gönüllü giden yoksul tebaayı çoğu Tokat’tan olmak üzere Mamuşa’ya taşır ve bolca akçe verilerek yerleşimini sağlar.

Mamuşa’nın Tokat gibi çok verimli topraklara sahip olmasından tutun da bu verimli topraklarda yetişen ürünlerin domates, şeftali, üzüm gibi tokat bağ ve bahçeciliğinin benzeri olması yanında kültürel ve mimari benzerlikleri bile Tokat ile gönül bağını açıklamaya yeterlidir.

Anadolu - Kosova arasındaki bu gönül bağı ve kültürel köprünün yüzyıllar boyu canlı tutulmasında Türk halkındaki geleneklere bağlılığın önemi çok büyüktür. Bunlardan: Nevruz ve Hıdırellez’de uygulanan pratiklerden, ateş üstünden atlama, salıncakta sallanma, gül fidanının dibine niyet dileklerini gömme, genç kızların mantuvar kurması gibi pratikler ilk akla gelenlerdir.

Düğün geleneklerinden; kız isteme adeti, nişan ve nikâh, kına gecesi, gelin hamamı, damat çıkarma ve gelin almada çömlek kırma gibi ritüellerin, bebekle ilgili kırk çıkarma, diş hediği yapma, sünnet ritüeli gibi uygulamaların hâlâ canlı tutulması, kırsal kesimdeki uygulanan kız ateşi ritüeli bazılarıdır. Kız ateşi ritüelinde gelinin ablası veya bir yakını düğün akşamı gelinin evinden kuzu derisi arasında kül içinde getirdiği kor ateşini geline verip yakmasını sağlar.

Bu uygulamaya bazı yerlerde yeni gün ateşi ya da çarık ateşi denir. Bu uygulamanın izleri “Ocağın sönmesin”, “Hanım varsa baca da tüter” biçiminde deyim ve atasözlerimizde yerini almıştır.

Kopmayan bu kültür köprüsünü canlı ve sağlam tutan unsurlardan günlük yaşamdaki selamlaşma, yardımlaşma, asker uğurlama, sahurda davulcuların mani söyleyerek halkı uyandırması yağmur duasına çıkma, annelerin bebeklerine ninni söylemesi vb. adet ve geleneklerin de payı büyüktür.

Kopmayan bu kültür köprüsünde âşık ve şairlerimiz de önemli bir yer tutar. Gerek Anadolu, gerekse Kosova’da âşıklar aynı kaynaktan beslenen, âşıklık töre ve geleneklerini birbirinden pek farklı olmadan sürdürmüşlerdir.

Anadolu ve bütün Türk yurtlarında benzer olan âşıklık gelenekleri Kosova’da da benzer özellikler göstermektedir. Bu gelenekler arasında mahlas alma, saz çalma, bade içme, atışma öne çıkan uygulamalardır.

Mahlâs, âşıkların şiirlerinde kullandıkları takma addır. Âşıkların çoğunun asıl adı unutulmuş, mahlâsları ad olarak kullanılır olmuştur. 1826-1899 yılları arsında yaşayan Tokatlı Gedaî’nin asıl adı Ahmet olmasına karşın Gedaî diye bilinir. 1858-1930 yılları arasında yaşayan Zileli Sıtkı’nın ise asıl adı Hasan olup, Âşık Sıtkı diye anılır, 1822’de vafat eden Zileli Çakerinin ise asıl adı Mehmet olup Âşık Çakerî diye ün salmıştır.

Kosova’da da durum aynıdır. 1520’de Prizren’de doğan Rumeli’nin en güçlü âşığı Âşık Çelebi’nin asıl adının Pir Mehmet olduğunu kimse bilmez.

Prizren’de 1867’de doğan Âşık Ferkî’nin de İbrahim olan adı unutulmuş, Ferkî mahlası ad gibi kullanılmıştır.

Âşık Çelebi, Rumeli coğrafyasındaki şiir ikliminin verimliliğini açıklamak isterken “Prizren’de oğlan doğsa adından önce mahlasını koyarlar. Priştinede oğlan doğsa dividi belinde doğar derler.” Biçiminde dile getirmiştir.

Saz, âşıklık geleneklerinin olmazsa olmazıdır. Türk insanı sevincini, hüznünü, acısını sürekli sazla dillendirmiştir. 'Saz başlar, söz susar' deyişi de saza ve âşığa duyulan saygının önemini göstermektedir. Âşığın sazı öyle güçlüdür ki, gücü:

Bağlama dediğin üç tel bir tahta

Ne şaha baş eğmiş ne taca tahta

diye dizelere yansımıştır.

Saz, Prizrenli Âşık Ferkî’de de yaşamının önemli bir parçası konumundadır. O denli ki edebiyat dünyasında sadece Ferkî, niyet mânilerini bile saz eşliğinde okumuştur.

Zileli Âşık Ali Kurt:

Ben Hakk’ı ararken kendimde buldum

Kudretten bir dolu içtim erenler

dizeleri ile badeli aşıklar kervanında olduğunu ifşa etmiştir.

Prizrenli Âşık Ferkî’nin de badeli âşıklardan olduğu bilinmektedir.

Zileli âşıklarda en güzel örnekleri görülen tarih bildirme yöntemi ile Zileli Âşık Kâmilî, İlk dörtlüğü:

Sene bin iki yüz kırk dokuz oldu

Bu insanlar pek tamaha geldiler

Bir ihrak erişti şehri Zile’ye

İşiten ehli dil cümle geldiler

biçiminde olan şiirinde meşhur Zile yangınını Rumi takvime göre tarih düşürüp belgelemiştir.

Âşık Ferkiya bazı dörtlükleri:

Tarih bin üç yüz sekizde bir hal

Erbain yetişti hemen iş bu sâl

Fakir olanlara kalmadı mecâl

Mâh-i ibtidâ-i kânûn-i sânî

biçiminde olan destanında Zileli Âşıklardaki Anadolu Âşıklık Geleneklerinden tarih bildirme geleneğini bire bir uygulamış ve Zileli âşıklarda çokça gördüğümüz destan söyleme geleneğini de benzer biçimde sergilemiştir.

Yazarın Diğer Yazıları