Tepkisiz Seyircileriz
Zaman zaman gerçek manasında milliyetçi olmadığımızdan bahsederim. Başta kendisini milliyetçilikle tarif edenlerimiz böyledir. Türkiyemin el değmemiş çelişkileri arasında bu gerçeğin acı gülümsemesi de var. Kavga Günleri''nde dikkatlere getirmeye çalıştığım bu paradoks hepimiz için geçerlidir. Evet doğrudur, sadece milliyetçiler değil, Türkiye Türkleri''nin hemen tamamının vatan sevgileri yüksektir. Belki de "Çok milliyetçiyiz" derken kastedilen budur. Gerçekten gözlerini kırpmadan vatan için ölmeyi şeref sayarlar. Olağanüstü bir değerdir, gurur vericidir. Fakat yaşatmak için öldüklerini pek düşünmezler.
Yaşatmak bilmekle olur. "Biz bilmeyiz, büyüklerimiz bilir" diyen geniş halk kitleleri mazurdur. Bu memleketin yetişmesine emek verdiği, sermaye sürdüğü insanlar için böyle bir mazeret olamaz. Tepedekilere veya birilerine bağlanma tek geçerli yol haline geldi. Bu da işleri bir yerlere havale etme sorumsuzluğuna, neme lâzımcılığa, gösterişçiliğe ve "gibi görünme"lere yol açtı. Canımızı yakan bir durumdur. Toptancılığımız, -kumarbaz tabiriyle- fırsatçıların jokeri oldu. Verdiğimiz krediyi sadece kendilerine kullanıyorlar. Biz değerlerimizi yaşamakta ve yaşatmakta sıkıntı yaşıyoruz.
"Yaşasın!"
Ârif Nihat Asya merhum, Ankara Kızılay''da bir Kıbrıs gösterisine şahit olur. "Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır!" ve "Yaşasın Kıbrıs Türklüğü!" sloganları yeri göğü inletmektedir. Gençlerin bu heyecanı gönlünü okşar. Ancak Ârif Nihat gibi yüksek voltajlı bir aydının bu ruh kabarmasıyla yetinmeyeceği açıktır. İyi de nasıl yaşatacağız? Hangi şartlarda, hangi imkânlarla bu mümkün olur? Eksiğimiz fazlamız nelerdir? Dünyayı, ilgili ülke ve ülkeleri düşünerek bunları enine boyuna hesaplamak lazımdır. İşte şu rübai o olay üzerine gelir:
Evlât, çabanın zevkini tatmak lâzım!
Coşkunluğa yorgunluğu katmak lâzım!
Gördüm ki bu haykırmalar içten...yalnız,
Yetmez "Yaşasın!" demek.. .yaşatmak lâzım!
Demem o ki yaşamak ve yaşatmak köklü derdimizdir. Bugün tepedekilerin istedikleri gibi at oynatmasının ve değerleri çiğneye çiğneye yürümesinin esas sebebi tercih ettiğimiz bu ters bağlanma cehaletidir. Evet, mayamız duygumuz sağlamdır. Gel gör ki başımıza gelen bunca felaketin sebebini düşünecek bir dikkati edinemedik. Ma''şerî şuur(toplum bilinci) bu hayati konuyu isli sisli görüyor. Devlet bağlılığı, kişi bağlılığına dönüyor ve -tekrar edeceğim- işleri birilerine ihale ile rahatlıyoruz. Böylece bütün mekanizmalar, seçtiklerimiz ve türeyen aracılar elinde görülmemiş keyfilikte kullanılıyor.
Kimsenin sorumluluk alması gerekmiyor. Bu akıl almaz tavrımızın bizi nerelere götürdüğünü görüyoruz. Mesela, yirmi yıldır olan bitenlerin suçlusu yönetenler değil. Öyle ya, madem herkes suçu devrediyor, onlar niye devretmesin? Yaşadıklarımızı hatırlamaktan, tarihten kaçış denecek bir tavra teslim oluşumuz da bundandır. Orhun Âbideleri''nde söylenen saflığımız, olanları-yapılanları düşünmeyişimiz, bundan dolayı sıkça sıkıntılara düşmemiz değişmedi.
O halde derdimiz kalıcı hastalığa dönüşmeye meyyal: Tarihe toptan ve yüzünden bağlanıyor ve öyle seviyoruz. Aynı milliyetçiliğimiz. Bilmiyoruz. Bilsek bu durumlara düşmeyebilirdik. Çünkü bu halleri hep yaşadık, yaşıyoruz. Yüzyıl önce ülkeler kaybettiğimizi ve ateşten alarak kurtardığımız topraklarda Türkiye''yi kurduğumuzu bile tam bilmiyoruz.
Buradan milliyetçiliğimizin eksikliğini gösteren başka bir yere geleceğim.
Hâtıralara saygı
Hep söylenir, bizde iki nesil öncesinden hatıraları saklayan aileler, kişiler azdır. Dedesinin, ninesinin bir eşyasını, evini, bağını-bahçesini koruyan neredeyse yoktur. Eskinin güzelim evlerini çok katlı binalarla değiştik. Dedelerimizin yaşadığı evleri, mekânları muhafaza etmeyi düşünmedik. Hatıralarını, bile isteye yıktık. Bunun çok yönlü sebeplerini burada tartışacak değilim. Yalnız, değerleri koruma dikkatimizin olmadığını söylemem lazım.
Dünyanın irili-ufaklı ülkelerine gidişinizde korunmuş evler, eşyalar görür ve imrenirsiniz. Bizim muhteşem ev mimarimizden, içini süsleyen türlü güzelliklerle yapılmış-işlenmiş eşyadan ancak küçük örnekler kaldı. İyi ki üç beş koleksiyoner ve canı yanan insan bunları topladı da hiç olmazsa Türk inceliğinin ne kadar yükseklere çıkabildiğini gördük. Türk sanatının özgün karakterini, sade güzelliğini görüp gösterme imkânını bulduk. Şu var ki, insanlarımız bundan da habersiz. Çünkü biz o değerlere değer vermeyi bilmiyoruz.
Eski eserlerin korunması dünya meselesi olarak her zaman tartışılır. Ciddî iştir. Yol ve yöntemler kolay değişmez. Yerleşmiş usul ve üsluplar üzerinden konuşulur. Bir eserin tamiri ayrıdır, yenilenmesi ayrıdır. Konuşacağımız tamir (restorasyon)dir. Onarmanın değişmez şartı, bozmamaktır. Devir ve eser özelliklerini koruyarak onaracaksınız.
Bu konuda iyi değildik, şimdi hiç değiliz. Son yıllarda devlet ve millet hayatımızda bozulan pek çok şeye bu da dâhildir. Dinden görünerek bozduğumuz gibi, milletten görünerek bozduğumuz gibi, eski eserleri koruma görüntüsü altında eskinin yâdigârlarını da bozduk. Çünkü bilenler az ve onlar da sistem dışında. Çünkü yeninin anlayışsız anlayışına göre, liyakat-ehliyet gerekmiyor. İnşaat ekonomisine çeşitlilik lazım. Tarihe sahip çıkma sloganıyla istediğin gibi yürü! Olan budur.
Bugün ''Restorasyon, tarihi, kültürü, sanatı biçme uygulaması'' diyen doğru söyler.