Tarih de değişir talih de
"21. Asır Türk asrı olacaktır" sözü Türk milliyetçiliğinin geçtiğimiz asır kapanırken kurduğu en fiyakalı cümleydi... Ağır bedel ödediği mücadelesinde ve öngörülerinde haklı çıkmıştı ne de olsa... O gururla çıkılan yürüyüşte ayaklar yere daha emin vurulacaktı artık...
Yıllar önce böyle demişiz… Yüzyılın neredeyse ilk çeyreği geride kalıyor… Bu beklentiye paralel bir gelişme oldu mu? "Oldu" dersek, bu çok iddialı bir cevap sayılır…
Milliyetçiler açısından bugünün doğru soruları şunlar olmalıdır:
Önümüzdeki seçimler Türk milliyetçiliği açısından tarihî bir imkâna çevrilebilir mi?
''Yönetime etki eden'' olmak mı yoksa ''doğrudan yöneten olmak'' mı daha öncelikli kabul edilmelidir?
Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu felsefesi ''milliyetçilik'' olmasına rağmen, her siyasî akımın Cumhurbaşkanı çıkardığı bu ülkede, milliyetçilerin hiç Cumhurbaşkanı çıkaramamış olmasından hareketle, artık zamanı geldiğine hükmetmek doğru değil midir?
Tehlike anında ''kaslarına ihtiyaç duyulan milliyetçilik''le ''beyniyle ülkenin kaderine el koyan milliyetçilik'' arasında ne zaman ikincisi tercih edilecektir? Milliyetçiler bu sorgulamayı şimdi yapmayacaksa ne zaman yapacaktır?
Alt kimlikçi/etnikçi siyasetin, ülke matematiğinden şımarıkça faydalanıyor ve hesaba katılıyor olmasına rağmen, hatta racon kesiyor olmasına rağmen, kuşatıcı milliyetçiliğinin kendi gücünü kullanması, o anlaşılmaz mahcubiyetten sıyrılarak kendi kurallarını koyması artık bir zaruret değil midir?
İstisnasız bütün anketlerde, seçmenler kendilerini ''siyasî kimlik'' olarak çok yüksek oranda, ezici bir şekilde ''milliyetçi'' olarak tanımlarken, milliyetçiliğin ve milliyetçilerin bu gücü başka siyasetlere ciro etmesi ne kadar akıllıcadır?
21. Asrın Türk asrı olacağına inanan bir siyasî akımın, dünyada -bırakın milliyetçiliği- ırkçılık bile bu denli yükselirken, kendi gücünü ülke yönetimi anlamında ete kemiğe büründürmesi hak değil midir?
Ülke, Yusuf Akçura''nın ''Üç Tarz-ı Siyaset'' günlerine benzer günlerden geçerken, kendi siyasetini egemen kılmak için günümüz milliyetçilerine düşen, ''oyun kurmak'' ve ''hükmetmek'' midir? Yoksa?
***
Önümüzdeki günlerde bunları daha çok konuşacağız… Geçmişte birçok genel ve yerel seçimlerle, referandumların kaderini milliyetçi oylar belirlerken, önümüzdeki seçimlerin milliyetçiler hesaba katılmadan çözülmesi mümkün değil…
İşte tam da bu noktada barutun çok doğru kullanılması gerekiyor… Milliyetçilerin iradesini yok sayanların veya kendilerine mahkûm olduğunu düşünenlerin hayal kırıklığı yaşayacakları bir sürece şahit olabiliriz… ''Yok öyle yağma'' denilecek ve kapalı kapılar ardında dönenlere ''dur'' denilecek bir sürece…
Daha önce ''tarih''in haklı çıkardığı ama ''talih''in bu hakkı teslim etmediği süreçleri yaşadı milliyetçiler… Bu kara döngünün artık kırılması lâzım… Milliyetçileri, ''siyasetin ana unsuru, belirleyicisi'' olarak görmektense, ''dolgu malzemesi, kafasından çok kasları çalışan, ihtiyaç duyulduğunda amele pazarından toplanabilen varlıklar'' olarak görmek isteyen anlayışa karşı gerekenin yapılabileceği, siyaseten kapının artık fazlasıyla aralandığı günlere doğru ilerliyoruz…
***
Muktedirlerin ''zamanın ruhu''na göre ihtiyaç duyduklarında değerlendirdikleri, düşmanlaştırmaları gerektiğinde ise ''günah keçisi'' yapabildikleri ''mobil ideoloji'' değil, millî varlığın korunması ve devletin yönetilmesi konusunda iddia sahibi ve özgüveni yüksek milliyetçilik...
İlgi sahası sadece ''güvenlik''le sınırlı olmayan, yönetme yeterliliği konusunda rüşt ispatına ihtiyaç duyulmayan, mensuplarının samimiyetine olduğu kadar birikimine de saygı duyulan milliyetçilik...
Yönlendirilen değil, yönlendiren milliyetçilik... Hâkim güçlerden renk alan değil, renk veren milliyetçilik...
Bu, kaçışı olmayan bir mecburiyet artık… Yok öyle ''parsellenmiş alan''da, ''akredite'' oyuncularla oyun kurmak!.. Bir irade çıkar, bütün hesaplar değişir!..