Ruh sağlığımız çökmesin

Merhaba sevgili okurlarım, umarım her şey yolundadır. Bir taraftan orman yangınları, bir taraftan sel felaketleri canımızı yaktı. Maddi manevi kayıplarımız çok fazla. Kısa sürede felakete dönen bölge afet bölgesi ilan edildi. Tabii süreçte yaşam savaşımız devam ediyor.

Bir anda her şeyimizin yok olması çok acı..

Bu süreç beraberinde şok, travma, kaygılar, panik atak, depresyon gibi ruh sağlığımızı etkileyen sıkıntılara yol açabilir. Toparlanma sürecinde nasıl mücadele edilir, yaralar nasıl sarılır, iyileşme aşamalarını nasıl geçebiliriz tüm bunları; Değişim Grup Kişisel Gelişim Platformu kurucusu, Psikolog Prof. Dr. Duysal Aşkun Çelik''e sizler için sordum. İşte hocamın bize aktardıkları:

"Yangın ve sellerde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah''tan rahmet yakınlarına başsağlığı ve sabırlar diliyorum.

Ne yazık ki sağlıksız olarak değişen iklim koşullarının gerek dünyamızda gerekse ülkemizdeki sonuçları orman yangılarına ve sel felaketlerine yol açtı. Bu felaketlerin insan yaşamına gerek özel gerek toplumsal gerekse tüm çevre anlamında çok olumsuz etkileri oldu. Yakın zamanda tüm felaketleri bir arada yaşayan Türkiye''mizde ilgili bölge ve çevrelerde yaşayan insanlarımızın yaşamları çok fazla yara aldı. Bu yaraların hem psikolojik hem de maddi olarak çok fazla boyutu bulunmakta. Şimdi özellikle psikolojik bakımdan bu yaraların nasıl üstesinden gelineceğinin hem özel hem de toplumsal olarak ele almaya çalışacağım.

Özel olarak bireylerin yaşam alanlarını ifade eden yerler evleri ve evlerinin çevreleridir. Bu alanlarda yaşanan herhangi bir hasar ya da maalesef yok olma deneyimi, bireyin psikolojisinde de birtakım yıkımlara ve hasarlara yol açar. Tabiri caizse bu yaralara biz psikolojide "travma" adını vermekteyiz. Travmalar genelde istenmeyen, ani olabilen ve olumsuz maddi ve manevi sonuçlara yol açan olaylar sonucu bireyin yaşadığı deneyimlere verilen isimdir. Bir şeyin travma olabilmesi için onun mutlaka istenmeyen ve olumsuz/sağlıksız sonuçlara yol açması gereklidir. Bu yaralar ruhta, zihinde ve bedende ayrı ayrı açılabildiği gibi, bireyin tüm oluş düzeyinde de oluşabilir. Yaşanan maddi ve manevi kayıp ne kadar büyükse, yaşanan travma ve onun olumsuz etkisi o kadar büyük olur. Yaşanan felaketlerde birçok birey evini, bahçesini, tarlasını, beslediği hayvanını, kısaca yaşamını gerçekleştirmede kullandığı her ne varsa kaybetmiştir. Bu çok ağır bir travmadır. Bunun benzerini 1999 Gölcük depreminde yaşadık. O dönem ve sonrasında gönüllü olarak Yalova''da depremzedeler ile psikolojik destek konusunda gönüllü olarak çalışmıştım. Öncelikle bu tür travmalarla ilgili tespitlerim ve önerilerim şunlar oldu:

Yaşanan travma herkes için farklıdır çünkü bireylerin sahip olduğu iç ve dış kaynaklar birbirlerinden çok farklıdır.

Yaşanan travmanın boyutu kayıp miktarı, bireyin bu kayıpları algılayış tarzına göre değişmektedir.

Yaşanan travma ne olursa olsun yaşayanların deneyimlerinde çok fazla ortak nokta bulunmaktadır. Bu nedenle travma yaşayan bireyler ve toplulukların birbirleriyle sık teması, ortak paylaşım ve sosyal destekleri çok önemlidir.

Bireyler bu tarz şeyler yaşadıklarında çok farklı duygulanım, düşünüş ve davranış biçimlerine girerler. Bazen yardım almak akıllarına bile gelmeyebilir, hatta alsalar bile bunun işe yaramayabileceğini düşünürler. Bu noktada bireylerin "yardım almaya hakları olduğunu ve bunun son derece sağlıklı bir şey olduğunu" vurgulamanın yararlı olacağı kanısındayım.

Travmalar ani ve kontrol edilemez olayların sonucu gerçekleştiği için bireylerde "öğrenilmiş çaresizlik" ve dolayısıyla "umutsuzluk" ve "depresyon" oluşmasına zemin hazırlarlar. Olası ya da gerçekleşen depresyonları önleme ve baş etmedeki en büyük aracımız "aktif bir yaşam" sürmektir. Burada aktif ile kastettiğim "pasif ya da içe dönük olmayan", mümkün mertebe "dışa dönük ve çözüm odaklı" bir yaşamdır. Yaşanan sel ve yangınlarda her şeylerini kaybetmiş bireyler "ne yapabilirim ki" duygusuyla baş edebilmek için yine benzer deneyimleri yaşayan kişilerle sık temas halinde olarak hatta onlara "fikir ya da çözüm sunarak" kendi olumsuz ve çıkmaz gibi görünen durumlarına farklı bakmaya başlayacaklardır. Sonuçta insan insanın bir sözüne ya da bakışına bile muhtaçtır.

Toplumsal olarak baktığımızda yaşanan sorun sadece felaket kurbanlarına ait değildir. Bu toplumda ve dünyada yaşayan hepimiz hem bu sorunun hem de çözümün birer parçalarıyız. Bu felaketi yaşayanlara "başkaları" gibi bakmamalı, onları kendi içinde bulunduğumuz insan ailesinin önemli üyeleri olarak görmeli ve kapasitemiz neye imkan veriyor ise YARDIM elini uzatmalıyız. Bazen o bölgeye gitmek ve ufak bile olsa fiziksel destek vermek, para yardımı yapmak, giysi göndermek, kendi yetkinliğimiz doğrultusunda fikir ve çözüm üretmek, hatta bireylere yalnız olmadıklarını hatırlatmak bile yapabileceklerimiz arasındadır. Her yardım maddi olmayabilir ama yardımın boyutu çok çeşitli olduğundan her birimize düşen bir görev mutlaka bulunmaktadır.

Unutmamalıyız ki "insan sevgisi"ni kültür olarak yaşayan ve yaşatan çok ender bir üstünlüğe sahibiz. Türk kültürünün özünde olan bu koşulsuz ve limitsiz sevginin kurumsallaşması ve dolayısıyla yaşama aktarılması her birimizin bireysel çabalarına bağlı ve kesinlikle zor değil.

Yangın ve sel felaketleriyle boğuşan halkımıza geçmiş olsun dileklerimi gönderirken diğer herkese "bütünün bir parçası" olduklarını hatırlamalarını ve bunu uygulamaya koymalarını rica ediyorum."

Farkındalık, Birlik ve Sevgiyle...

Yazarın Diğer Yazıları