Osmanlılık mı ABD'ye teslimiyet mi?
Türkiye’nin dış politikasının ne yönde yürüdüğüne dair içeriden yapılan değerlendirmeler ya objektif olmuyor ya da önyargılarla algılanıyor. Dış basında Türkiye’nin dış politikası bakın nasıl tartışılıyor..
İtalya’nın jeopolitik dergisi Limes, Marco Ansaldo’nun Abdullah Gül ile yaptığı röportajı, “Sultanın Geri Dönüşü” başlığıyla yayımladı. Ansaldo, “Artık sadece Avrupa’ya giriş üzerinde yoğunlaşmadığınız izlenimi ediniliyor. Balkanlar, Kafkaslar, Rusya ve Orta Asya’dan geçerek, Afrika’dan Orta Doğu’ya artık 360 derece oynuyorsunuz izlenimi hâkim. Artık Avrupa’dan bir cevap beklemeyen, hatta kendi oyununu empoze eden önemli bir bölgesel güç gibi hareket ediyorsunuz. Doğru mu?” diye soruyor. Gül’ün cevabı şöyle:
“İleri sürdükleriniz doğrudur. Ancak AB’ye girişin mutlak önceliğimiz olarak kaldığını söylememe izin verin. Ama Türkiye’nin, ilişki içerisinde olduğu tüm ülkelerin zararına, sadece ve sadece AB üzerinde odaklanabileceğini savunmak normal değildir. Daha geniş bir skala üzerinde yoğunlaşmamız ise normaldir; çünkü Balkanlar, Afrika, Orta Asya ve Orta Doğu’da önemli ilişkilere sahibiz. Bu ilişkileri harekete geçiriyor ve geliştiriyoruz; buna saygı duyulmalıdır çünkü bunu yapıcı şekilde gerçekleştiriyoruz.”
Ansaldo: Bu yaklaşımı yeni-Osmanlı olarak tanımlamak uygun düşer mi?
Gül: Biz dış politikamızı bu şekilde nitelemeyi düşünmedik. Doğal olarak tarihimizle gurur duyuyoruz. Belki bir örnek ile izah edebilirim. İngilizlerin kendi milletler topluluğu var ancak hiç kimse bunu Britanya İmparatorluğu olarak anmıyor. Fransızların bazı Afrika ülkeleriyle sıkı ilişkileri var. İspanya, bazı Latin Amerika ülkeleriyle önemli ilişkiler içerisinde. İtalya, ortak bir geçmişe sahip olduğu ülkelerle özel ilişkiler besliyor. Aynı şekilde Türkiye, Orta Asya, Rusya, Balkanlar, Orta Doğu ile ilişkilere sahip. Dış politikamızı bu bakış açısından değerlendirmek gerekir.
* * *
American Enterprise Institute’dan Japonya Araştırmaları Direktörü Michael Auslin’in “Asya Demokrasilerinin Geleceği” başlıklı yazısı ise National Public Radio’nun İnternet sitesinde yayınlandı. Auslin şöyle dedi:
“Türkiye’deki bazı seçmenlere göre Erdoğan çok hızlı ve otoriter eğilimlerle hareket ediyor ve ülkesini daha ne kadar değiştireceği belli değil.
Dünyanın Çin, İran ve Rusya’da otoriter rejimlerin yükselişini izlediği bir sırada bu, endişe verici bir durum. Türkiye’nin AB üyelik başvurusunun Fransa ve İngiltere tarafından aşağılayıcı bir şekilde geri çevrilmesi, ’gelişmiş’ülkelerin ne kadar da kaprisli olabileceğini ortaya koydu.
Türkiye ve Japonya, çevrelerindeki ülkelere de yol gösterip Amerika’nın savaş sonrası küresel ittifakında oldukça önemli rol oynadılar. Dolayısıyla, bu iki ülkenin siyaseti Amerika’yı da yakından ilgilendirecektir.
Çünkü Amerika, bu iki ülkenin yakın desteği olmadan Orta Doğu ve Uzak Doğu’da etkili olmakta büyük sorunlar yaşayacak ve dünya genelindeki demokratlar da İstanbul Boğazı ile Japon Denizi’nde rüzgarın ne yöne estiğini yakından takip edeceklerdir.
Türkler, Erdoğan’a toplumun hukuksal temellerini radikal bir şekilde değiştirmesi için yetki verdi ve bunu yaparken de Erdoğan’ın ülkeyi İslami bir yönde ilerletip otoriter rejimlerle ortaklığa sürüklemeyeceğine güvendiler.
Türkiye ve Japonya 20. yüzyılın şekillenmesine yardımcı olmuştu, 21. yüzyılda da aynısı olabilir.”
Görüldüğü gibi Türkiye’nin diktatörlüğe kaymasında ABD açısından bir sorun yok.
Yeter ki Amerikan projelerine hizmet etsin..