O soruyu sormazsak eğer!

Deniz Baykal ve MHP'nin eski yöneticilerine yönelik kaset komplosuyla ilgili iddianamenin tamamlandığı haberleri medyada yer aldı...

171 şüphelinin yer aldığı dosyada, şüphelilerin 'silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, örgüte üye olma', 'siyasi hakların kullanılmasını engelleme', 'özel hayatın gizliliğini ihlal etmek', 'kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirmek', 'haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek', 'kamu görevlisinin sahteciliği', 'nitelikli olarak konut dokunulmazlığını ihlal etme' suçlarından mahkûmiyetleri isteniyor...

CHP ve MHP'yi hedef alan bu komplonun amacının "FETÖ'nün kendi amaçları doğrultusunda Türk siyasetini dizayn etmek" olduğu belirtiliyor... Bu durumda şu soru veya soruların gündeme gelmesi gerekmiyor mu: FETÖ bu dizaynı yaparken, yani CHP ve MHP'ye kumpas kurarken, hangi partinin önünü temizliyordu? Bu operasyonlar hangi partiye siyasî fayda sağlaması için yapılmıştı?

İşin bu yönüyle ilgili konuşan, yazan, tartışan yok gibi... Evet, iki büyük muhalefet partisine çirkin bir operasyon var ama bu işten kârlı çıkması umulan parti konusunda tam bir sessizlik söz konusu...

Madem ki bu komplocu çete siyaseti dizayn ediyordu, bunu hangi parti veya partiler ya da siyasî güç lehine yapıyordu? O parti veya partilerin, rakipleri kasetle aşağı çekilirken, bundan haberleri var mıydı, yok muydu?

İnce ince işlenen komplo hangi partiye hizmet için yapılmış olabilir? CHP ve MHP mağdur olduğuna göre geriye hangi 'şanslı' partiler kalıyor: Liberal Demokrat Parti veya HDP, o zamanki selefiyle Barış ve Demokrasi Partisi olabilir mi meselâ? Ya da Bağımsız Türkiye Partisi? Olmadıysa Büyük Birlik Partisi verebilir miyiz? Vatan Partisi veya Özgürlük ve Dayanışma Partisi uyar mı? Olmazsa Hüda-Par, HEPAR ya da Saadet Partisi? Millet Partisi'ne veya Komünist Parti'ye ne dersiniz?

Bu sorular sorulmazsa her şey eksik kalır... Ne kamuoyu tatmin edilebilir ne de gelecek doğru inşa edilebilir...

Türkiye'nin gerçekten adalete ve karanlıkta kalan her olayın aydınlatılmasına ihtiyacı var... Geçmişte yaşanan çirkinliklerin 'taraf'ı yok, 'taraflar'ı var... Toplumda ağır hasar almış adalet duygusunun yeniden inşası için önce 'doğru teşhis', sonra da 'doğru tedavi' gerekiyor...

Adalet, zedelendiğinden telafisi fazlasıyla zor ve gecikilmesinde onulmaz yaralara sebep olan bir kavram... O yüzden korkmadan, cesaretle bu soruların sorulması ve gerçeklerle yüzleşmek gerekiyor... Hata, suç, kusur ne varsa bunların halı altına süpürülmesi veya süpürüldüğünün zannedilmesi asla çözüm olamaz...

Kimse kimseden geçmişte yapılanlar için diz çöküp özür dilemesini beklemiyor ama ülkenin normalleşmesi için yapılan hataların kabulüne ve ülkenin normalleşmesine acil ihtiyaç var... Bu ihtiyacı hissetmeyenlerin gelecekle ilgili vaat edebilecekleri ne olabilir?

***

Gelelim bir başka konuya... Kendilerinden olmayan herkesi sorumsuzca 'PKK'lı veya FETÖ'cü' diye suçlamaya hazır zihniyet son zamanlarda Ali Dinçer Çolak'la uğraşmaya başladı...

"Ali Çolak ülkücüdür" demek kelime israfıdır... Aksini iddia etmek, ne akla, ne delikanlılığa uyar çünkü... Buna rağmen, geçmişte cemaatle kucak kucağa yaşayan anlayış tarafından yaftalanıyor... Bir davanın altına çocuk yaşta sokulmuş omuzlardan bedel isteniyor... Atatürk'e hakaret üzerine gösterdiği refleksin hesabı 'FETÖ'cülük' iftirası üzerinden sorulmaya çalışılıyor... Ve böylelikle destek verdiği siyasî harekete de çamur bulaştırılmaya gayret ediliyor... Ali Çolak gibiler o kafayla mücadele ederken, onlarla beraber yürümeyi marifet sayanlar ve karşı çıkanlara ağır dille saldıranlar, şimdi yavuz hırsızı solluyorlar!..

Ali Çolak'a bu saldırının tutması elbette imkânsız olmasına imkânsız da, siyasî hırs uğruna insanların veya grupların bu kadar iğrençleşmesi rahatsızlık verici... Yoksa ömrünü ülkücü harekete ve mücadeleye vakfetmiş insanları ülkücülükten aforoz edip, bir başka yere nakletmek, 'yandaş'a veya 'paydaş'a düşmez...

Yazarın Diğer Yazıları