O günden kaçış yok!
Resmî düzeyde, teröriste ''terörist'' denilemeyen dönemden geçmiştik… Şimdi de çetelere ''çete'' denilmesinden rahatsızlık duyulan dönemden geçiyoruz!.. Oysa bu işler ''kamu gücü''yle olmuyor… Asıl olan vicdanların ne dediği… Nasıl ki lânet olası çözüm sürecinde ''terörist''i farklılaştırma gayreti sonuç vermediyse, bugün de 3''lü, 5''li, 10''lu çete fark etmez, vicdanlarda ''çete'' olanı, hiçbir kurum aklayamaz, bu aşağılık sıfattan kurtaramaz…
Ellerindeki kamu gücüne ve onun organlarına güvenenler fena yanılırlar… İbret için bir hatırlatma yapalım: Yakın tarihimize göz gezdirince ne kadar çok görüyoruz gücü ele geçirenlerin nasıl da adaletsizlik yaptıklarını… "Bize bir şey olmaz" duygusu ve gücün kıyamete kadar korunacağı düşüncesi, ne büyük pervasızlıklara, ne büyük hukuk ihlallerine yol açtı…
12 Eylül öyleydi meselâ… Emir-komuta içinde çok büyük bir güçle hükmettiler… Terörden bunalmış halktan aldıkları devasa krediyi, ''kendilerini korunaklı alanda tutacak baskıcı bir sistem inşası''nda kullandılar… Konsey üyeleri dünyayı terk ettiklerinde ise cenazelerine katılacak destekçi kalmamıştı…
Sözde 1000 yıl sürecekti 28 Şubat!.. Güç ve kibir böyle konuşturuyordu sahiplerini… Sonra 1000 gün bile sürmedi… Yapanların çoğu sahip bile çıkamadı 28 Şubat''a… Milli Güvenlik Siyaset Belgesi''nde Türk milliyetçiliğini ''irtica'' ve ''bölücülük'' gibi ''tehdit'' sınıfına sokacak kadar alçalanlar, bir anda yerle bir oldular…
Ardından cemaat yargısı aldı gücü eline… O gücün bir daha ellerinden gitmeyeceğine o kadar inanmışlardı ki, yapılan hukuksuzlukların gün gelip yakalarına yapışabileceğini zerre kadar hesaplamıyorlardı… Kolay değildi tabii, kamunun bütün bürokrasisi diz çökmüştü önlerinde…
"Bize bir şey olmaz" havasında, kendilerine dokunulamayacağına inanan şöhretli hâkim ve savcıların akıbeti ibret vericiydi… Yıkılan yargı saltanatından sonra ya cezaevlerine düştüler ya da yurt dışına kaçmak mecburiyetinde kaldılar…
***
Bu kural hiç değişmeyecek… Kim gücüne güveniyorsa, bilmeli ki devran dönüyor ve adaletsizlik kimsenin yanına kâr kalmıyor… Kamunun hangi biriminde olursa olsun "Bize bir şey olmaz" diyerek, arkalarındaki gücün kıyamete dek süreceğini zannedenleri, dün olduğu gibi bugün de yarın da hüsran bekliyor…
O kurum-bu kurum, o parti-bu parti, o cemaat-bu cemaat fark etmiyor… Kim veya hangi kurum haksızlığa yataklık ediyorsa, o ''dehşetli gün'' geliyor ve bedelini ödüyor… Sadece ''zamanlama'' değişebiliyor, akıbet asla değişmiyor!.. Hakka değil, güce/ makama/ mühre dayanan bütün düzenler, paydaşlarıyla birlikte eninde sonunda çöküyor…
Kimi kamu malına yumulanlar, haramın baş döndürücü tadından olsa gerek, hiç görülmediklerini zannediyorlar!.. Suç ortaklarıyla birlikte başlarını gömdükleri menfaat çukurunun dışında her taraflarının açıkta olduğunu fark edemeyecek kadar sarhoş oluyorlar!.. Oysa hem ''maşerî vicdan''a, hem de ''başka yerler''e kaydediliyorlar!..
Kamu gücünü istismar ederek veya rızk endişesi yayarak korkutmaya çalıştıkları kullar da görüyor yaptıklarını, ''altın ve gümüşün fayda etmeyeceği gün''ün sahibi Allah da…
***
Hangi kurumda olursa olsun, eldeki imkânları şeytanî hırsları için kullananlar, insanları ekmekleriyle korkutarak hâkimiyet kurduğunu düşünenler, yetim hakkına çökerken fark edilmediğini zannedecek kadar zekâdan mahrum olanlar, ülkelerinin ve kamu kurumlarının geleceğine kast edenler, hayalleri kirleterek arkalarında aldatılmış yığınlar bırakma pahasına gözleri dönenler, öncekilerden ders çıkarmadıkları için batağa yürüyorlar…
''Kimsenin kimseyi tanımayacağı, herkesin birbirinden kaçacağı'' o dehşetli ahiret gününe benzer ''dünyevî adalet günü'' geldiğinde, "Ben satıcı değildim, içiciydim" savunması kimseyi kurtaramayacak… Gelmiş geçmiş bütün haramîler gibi birbirini satmalar da çare olmayacak… Çünkü güçten düşmüş olacakları için hiçbiri beş para etmeyecek…
İbret alanlar için de almayanlar için de tarih böyle akıyor çünkü… Kaçış yok…