Muhtırayı askerler değil, yargı verdi!
Senaryoyu sahneye koyanlar, ne zaman Türk Milleti’ni oyalamak gerekirse, hemen türban tartışması başlatıyor! Bu defa, MHP’nin de çorbada tuzunun bulunması ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın uyarısı, tartışmayı daha ciddi gibi gösteriyor ama bu sayede Türkiye’nin bütün önemli meseleleri geçici bir süre için olsa bile rafa kaldırılmış durumdadır.
Böyle zamanlarda ya önemli bir satışın üzeri örtülmek isteniyor ya da Türk Milleti’nin milli haklarını yok edecek bir yasa çıkarılıyor.
Zaten sondan bir önceki türban tartışması, konuyla ilgili değişikliğin Anayasa’ya konulup konulmaması ile ilgiliydi. Bize göre AKP, Anayasa değişikliği içine türbanla ilgili maddeyi de katarak, egemenliğin Türk Milleti’ne ait olduğunu gösteren maddelerle oynayacaktı. Çok ağır tepki alınca geri adım attılar.
Rıza Şahin adlı okurumuz da “CIA’nın istediği kanunları çıkaran milletvekilleri” başlıklı yazımıza cevaben gönderdiği mektupta, “Türban lafı ne zaman ortaya atılsa, çevremdekileri, ’bakın, gündem değiştiriliyor, bu arada yangından mal kaçıracaklar’ diye uyarırım. Evet, bu sefer kaçırdıkları mal Vakıflar Kanunu!” diyor.
***
Fakat, tamamı okunursa görülecektir ki, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın uyarısı sadece türbanla ilgili değildir. Başbakan’ın bir mezhep mensubu grup ile siyasi amaçlı toplantı yapması da uyarının kapsamındadır. Gerçi, geçmişteki parti kapatma davalarının bazıları, sadece yargının gücüyle açılmış değildir. Mesela 28 Şubat sürecinin arkasında, doğrudan TSK içindeki Batı Çalışma Grubu gibi bir oluşum vardı. Refah Partisi, ardından Fazilet Partisi de kapatıldı ama bu kararlardan önce kamuoyu hazırlanmıştı.
Şimdi Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya’nın son açıklamasının arkasında böyle bir destek yok gibi görünse de gerçek bu değil. Çünkü, Başsavcı, türban meselesinin ötesinde Anayasa değişikliği ile daha çok ilgili!
Ve Yalçınkaya, kendisinden önceki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun “AKP, yeni anayasa yapamaz” görüşünde olduğunu çok net bir şekilde ifade ediyor:
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin devlet politikası, işgal güçlerinin yurttan çıkarılıp, Lozan Anlaşması sonucu ülke sınırlarının yeniden belirlenmesi ve kurucu devlet ve kurucu Meclis tarafından yapılan 1924 Anayasası ile belirlenmiştir.
1982 Anayasası ile de anılan devlet politikası, değiştirilemez hükümleri de konulmak suretiyle koruma altına alınarak, başlangıç hükümleri ve ilk dört madde açıklanmıştır. Cumhuriyet yönetiminin ilkesi olan halkın egemenliği kuralı gereği de halk oyu ile kabul edilmiştir.
Cumhuriyetin temel ilkelerini, 85 yıllık kazanımlarını yok saymak, özgürlüğü çağdaşlaşma yerine dini esaslar çerçevesinde ele alarak etnik gruplara, mezheplere, ırkçılara haklar vermek olarak görmenin ve tartışmanın ülkeye yarar getirmeyeceği, halkı önce bilinçlendirmeye, ayrıştırmaya sonra da çatışmaya götüreceği açıktır.”
***
Gazeteler başlıklarda sadece türbanı ele alıyorlar ama Yalçınkaya’nın sözleri, çok ciddidir.
Ve yerden göğe kadar haklıdır. Yine “Siyasi partiler, dil, ırk, din ve mezhep ayrımı yaratmak, bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak amacını güdemezler. Bölge, ırk, belli kişi, aile, zümre veya cemaat, din, mezhep veya tarikat esaslarına dayanamazlar. Diğer halde, demokratik devlet düzeninin korunması olanaksız olur” derken, herhalde Kenya’daki turuncu demokrasi hareketini kastetmiyor, değil mi?
***
Yargının bu kararlılığı önemlidir ve halkın direnişine hukuki dayanak teşkil edecektir. Fakat, Vakıflar Yasası’nda olduğu gibi, 57’nci hükümet döneminden başlamak üzere AKP döneminde çıkarılan bütün yasalar ve uygulanan ekonomik politikalar, 1924 Anayasası ile belirlenen milli egemenliği fiilen ortadan kaldırmıştır!
Sayın Başsavcı’nın egemenlik açısından bütün itirazı, türban istismarı ve dinin siyasete alet edilmesine midir?
Türkiye satılıyor sayın Başsavcı!