Meşruiyetin 3 temel kaynağı
Teröre öncelikle meşruiyet, bu açıdan bakmak zorundayız. Çünkü ne maksatla olursa olsun masum insanların öldürülmesi kabul edilemez. Bunun için terör, insanlığa karşı işlenen suçlar grubunda yer almakta ve soykırımdan sonra gelmektedir. Nitekim ABD ve AB üyeleri başta pek çok ülke, pek samimi olmasa da PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmiştir. Kısaca, bir tarafta meşru olan devlet, öbür tarafta cinayet makinesi gibi çalışan gayrimeşru terör örgütü vardır.
Bugüne kadar yapılan değerlendirmelerde, hayati derecede önemli olan bu hususun yeterince ele alındığını söyleyemeyiz. Böyle olunca da, bu tabii engel kolayca aşılmış ve terör örgütünün işi kolaylaşmıştır. Mücadelede yapılan hatalar, özellikle de bir olan milleti ayrıştırıp etnik temelde siyasallaşmasını, “demokratikleşme” ve “özgürleşme” sayan siyaset ve buna uygun düzenlemeler ülkeyi bugünlere getirdi. Örgüt meşrulaştı, muhatap alındı ve bir olan millet, milli devlet ve vatanı, iki kimlikli federal bir rejime dönüştürmeyi amaçlayan şartlar pazarlık masasına kondu. Açık bilgilere göre de anlaşma tamamlanmış, seçimlerden sonra gündeme gelecek anayasa ile gereği yapılacakmış.
Bugün medyada ülkenin bütünlüğü yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Üzülerek söylemeliyiz ki tartışmalarda, tamamen haklı ve meşru konumda olan devletimiz ve milletimiz yeterince ve gereğince savunulamamaktadır.
Bu acı tespitlerden sonra, varlığımızın dayandığı 3 meşru güç kaynağını özetle ifade etmek isteriz.
Bunlar:
* Devletin ve milletin tarihi, kültürü ve değiştirilemez olan temel yapısı.
* Ülkemizin dahil olduğu uluslararası hukuk (Dünya düzeni).
* Bugün yaşanan dönemin iç ve dış şartları.
Bulara sırasıyla temas edelim. Malumdur ki Türk milleti ve devleti, birden bire mantar gibi yerden bitmedi. Tarihin derinliklerinden gelen, sosyal hayatın, kültürün, hukukun, siyasetin ve çevre şartlarının sonucu olarak oluşan kimyasal ve fiziksel bir terkip ve organizasyondur. Bu millet, bu aziz vatanda da bin yıldan beri kesintisiz egemen güç olarak dünyanın en büyük medeniyetlerinden birini kurmuştur. Türkiye Cumhuriyeti gibi Selçuklu ve Osmanlı da Türk milletinin eseridir ve kimliği birdir.
Bu tarih içinde ister başlangıçtan itibaren birlikte olsun, ister sonradan katılmış olsun, bütün topluluklar kaynaşıp, Türk milletinin, eşit, şerefli üyesi olmuşlardır. O günden bugüne kadar meydana getirilen ne varsa hepsinin ortak sahibi ve yaşatıcısıdırlar. Millet bir bütündür bölünemez ve devrin şartlarına göre biçimlenen göçebe ve aşiret yapısı gibi farklı yaşayış biçimleri, bu gerçeği değiştiremez.
Milletimizin en büyük eseri Osmanlı Cihan Devleti de bu yapıdadır. Dünyayı yönetmiş ama egemenliği Türk Milleti adına temsil ettiği padişah otoritesini kimseyle paylaşmamış; merkezi yönetimi hakim kılmıştır. Bunun için devlet milli, yönetimi üniterdir. Kimliği ise, 1876 Anayasasında açıkça yazıldığı gibi; devletin dili Türkçe’dir, milletvekili ve memur olabilmek için Türkçe bilmek şarttır. (Cumhuriyet dönemi anayasalarımız da böyledir.)
İşte bugün bu kimlik, milli devlet, tarih, kültür ve medeniyet, kısacası Türk Milleti saldırıya uğramıştır ve pazarlık konusu yapılmak istenmektedir. Anayasamızın 4’üncü md. Yazsa da yazmasa da, bu gerçek varlık sebebimizdir, değiştirilemez. Direnme hakkı da buradan geliyor.
Bir parçası olduğumuz uluslararası hukuka gelince: Burada insan, millet, devlet, demokrasi ve hürriyet gibi temel değerler, belli ölçülere göre düzenlenmiştir. (Aynen yukarıda anlatıldığı gibi.)
Batı toplumları asırlar boyu, ırk, etnisite, din, mezhep gibi farklı grupların egemenlik iddiası uğruna kanlı çatışmalar yaşadı. Bilim, düşünce ve devlet adamları bu sorunları çözmek için çok uğraştı. Sonunda, bugün adına uluslararası hukuk düzeni dediğimiz çözümü buldu. Burada egemenliğin temeli, bir millet, bir devlet ve eşit bireye dayanmaktadır. Devletler azınlık veya etnik dillerden eğitim, öğretim ve yayın yapmak zorunda değildir. Dili, kimliği birdir.
Bu düzenin istisnası olan ülkeler vardır. Ama kimseye örnek gösterilemez. Genellikle nüfusça az, tarihi gelişimi, dönemin şartları ve büyük güçlerin etkisiyle kurulmuşlardır. Balkan ve Baltık ülkeleri, Irak gibi. Geleceklerinin ne olacağı bilinemez. Hedef seçildiklerinde kolayca bölünebilirler. Devamı var.